Şöyle bir durup etrafımıza bakalım.
Ama gerçekten bakalım. Göz ucuyla değil. Derin, içli, sorgulayıcı bir bakışla.
Göreceğimiz manzara oldukça tanıdık…
Hayatlarımızı “insanlar ne der?” üzerine kurmuşuz. Koca bir hayat, milyonlarca adım, onlarca karar… Hepsi görünmeyen bir jüriye yaranma çabası.
Bu yazıda toplumsal düzenin gerekli ince çizgilerini yok sayıyor değilim. Elbette belli kurallar olacak. Etik değerler bir toplumun omurgasıdır. Başkasının hakkına girmemek, dürüst olmak, empati kurmak, saygılı davranmak gibi ilkeler...
Bunlar olmadan insanlık bir arada yaşayamaz. Toplumsal düzen dediğimiz şey, herkesin güvenle yürüyebildiği bir yol inşasıdır aslında.
Ama mesele şu;
Biz artık o yolu birlikte yürümüyoruz.
Biz birbirimizi dürtüklüyoruz. “Şöyle yürü, öyle yapma, böyle görün, aman dikkat et, ne derler sonra?” diyerek…
İşte bu, kural değil. Bu, baskı.
Bu, etik değil. Bu, şekilcilik.
Komşu ne der diye evleniyoruz.
Teyzeler, amcalar ayıplar diye sevdiğimiz işi yapmıyoruz.
“Dışarıdan nasıl görünürüz” diye birbirimizin gözlerinin içine bile başka biriymiş gibi bakıyoruz.
Kafamızda kurallarla değil, korkularla yaşıyoruz.
Ve korkunun olduğu yerde ne ahlak kalır, ne samimiyet.
Toplumsal değer dediğimiz şey; bireyi yok sayarak değil, bireyi anlayarak yaşar. Ama bizde birey olmak, neredeyse suç. Hele hele kadınsan, hele hele gençsen, hele hele farklıysan…
Bir kadın kahkaha atınca “taşkın”,
Bir erkek ağlayınca “zayıf”,
Bir çocuk soru sorunca “saygısız” sayılır.
Çünkü “elalem” başka bir şey bekliyordur senden.
Ve sen bu görünmeyen beklentilere uydukça, kendinden biraz daha uzaklaşırsın.
İstemediklerine evet, istediklerine hayır demeye başlarsın.
Sonra bir bakmışsın, başkasının hayatını kendi yüzünle yaşıyorsun.
Ama unutma…
“İnsanlar ne der?” sorusunun sonu yok.
Ve sana bir sır vereyim mi?
O çok korktuğun elalem var ya…
Aslında o da senden korkuyor.
Senin ne diyeceğinden, senin ne düşüneceğinden, senin onu nasıl etiketleyeceğinden...
Çünkü herkes birbirini izliyor, ama kimse gerçekten kendisi gibi yaşamıyor.
Yani koca bir toplum, karşılıklı korkular üzerine inşa edilmiş.
Sen onlardan çekiniyorsun, onlar senden.
Ve bu oyunda kimse özgür değil, kimse tam değil.
Belki de bu yüzden, cesaret bulaşıcı.
Sen kendin gibi oldukça, bir başkası da özgürleşmeye cesaret edecek.
Belki ilk senin kahkahan kurtaracak bu sessiz kalabalığı.