Fırsat eşitliği sağlanmadığında başarıyı belirleyen şey liyakat değil, imkan olur. Ve bu durum, sistemin sürekli olarak avantajlı olanların lehine işlemesine yol açar. Prof. Dr. Mahmut Özer, Yapay Zeka ve Toplum kitabında tam da bu noktanın altını çiziyor. Meritokrasi, ancak düzgün işler ve fırsat eşitliği sağlanırsa anlam kazanır. Aksi halde, matta etkisiyle içi boş bir kavrama dönüşür.Yani, zaten güçlü olan daha da güçlenirken, geride kalanlar daha da geride kalır.
Kitabı okurken aklıma Aybastı’da piyano çalmayı öğrenen çocuklar geldi. Düşünsenize, küçük bir ilçede bir çocuk artık Beethoven’ı, Chopin’i, Fazıl Say’ı öğreniyor. Ve ilk defa büyükşehirde özel derslerle ilerleyen bir yaşıtına "aynı rakımdan" bakabiliyor. İşte gerçek fırsat eşitliği böyle bir şey. Bir çocuğun sadece doğduğu yer nedeniyle geride kalmaması.
Çünkü biz biliyoruz ki, Türkiye’de başarıyı belirleyen en önemli unsurlardan biri imkandır. Ne kadar yetenekli olursanız olun, eğer eğitim, sanat ya da spor gibi alanlara ulaşamıyorsanız, sistem sizi kenara itiyor. "Çalıştı, kazandı" anlatısı, arka planı görmeden yapılınca eksik kalıyor.
Aybastı’daki çocuklar sadece müzik öğrenmiyor, aynı zamanda sistemde var olabilmenin tadına bakıyor. O piyano tuşlarına dokunurken, belki de ilk kez gerçekten eşit hissetmenin ne demek olduğunu yaşıyorlar. Bu yüzden, bu küçük girişimler aslında çok daha büyük bir anlam taşıyor.
Eğer bu ülkenin her köşesinde çocuklar sanata, spora, eğitime eşit şekilde ulaşabilirse, işte o zaman gerçek meritokrasiden söz edebiliriz. Aksi halde, Mahmut Özer’in de söylediği gibi, bu kavram sadece güçlü olanı daha güçlü yapan bir sistemden öteye gidemez.
Türkiye’nin her köşesinde, her ilçesinde çocuklar bu imkanlara ulaşabilmeli. Eğitimden sanata, spordan sosyal hayata kadar her alanda fırsatlar eşit şekilde dağıtılmalı. O zaman gerçek meritokrasi ortaya çıkar, ve herkes kendi yeteneğiyle yarışabilir. Çünkü bir çocuğun hayalleri doğduğu yerin sınırlarını aşarsa, o zaman başarı gerçekten tüm toplumun ortak gücüne dönüşür.