Kim ne derse desin, Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte sâdece bir devlet yıkılmış olmadı. Bir medeniyetin tüm fizikî enstrümanları dağıtıldı.

HERKES BAŞININ DERDİNE DÜŞTÜ...

Başla birlikte bütün vücut işlevsiz duruma düştü. Ayrıca herkes doğal olarak kendi başı kendisine yetmeyeceği için, özgürlük getireceğini söyleyenler onları bir güzel kendilerine bağlamak suretiyle, sözüm ona, özgürleştirdiler!

BÜYÜK İDDİA, YALIN GERÇEK!

Büyük slogan ve iddialarla meydana çıkan Türkiye Cumhuriyeti de tüm bağımsızlık söylemlerine rağmen gerçekte okyanus ötesi derin dalgaların hep tazyikine müncer oldu.

Hikâye hepimizin malumu ve de çok çok uzun bir hikâye. Arapça meşhur bir hikâyenin başlık diliyle;

KISSATÜN LÂ TENTEHÎ: NİHÂYET BULMAYAN HİKÂYE!

Bizim asıl söylemek istediğimiz şu; üstatlara söz vermeden önce, takdim sadedinde arz edelim:

Geçen asrın 1. Çeyreğinde başlayan yeni süreçte bir medeniyetin vücudunu teşkil eden ümmet paramparça edilmiş.

SİNİR BAĞLARI, SINIR DAĞLARI...

Ayrıca, gövdeyle sinir bağları arası sınırlarla düğümlenmiş. Bu arada baş ta karmakarışık; ne yapacağını bilmeyen, bilse de yapamayan, böylelikle batı rüzgârlarına açık, oradan gelen talimatların memuru mesabesine düşmüş. Yapılan tüm değişiklikler bunun bariz göstergesi.

KESİLEN KÖKLER, KISILAN SESLER...

Fazla uzatmadan söylemek istediğimiz şu: İşte Akif Allah’ın bir lütfu olarak iman ve irfan meyanında bir Osmanlı damarı hüviyeti teşkil etmiştir. Bu damar, tamamen kesilmek istenen köklerin canlı kalıp zaman içerisinde güçlenmesine, bugün gelinen noktadaki gibi yeniden bir gür sadâ hâline gelmesine vesile teşkil etmiştir. Aşağıda gelecek paylaşımlar okununca mesele daha iyi anlaşılacaktır.

LÜLEBURGAZ'DAN AKKUŞ'A...

Öğretmenlik dönemimizde Mehmet Akif en çok baş vurduğumuz isimdi. İstiklâl Marşı temel konularımızdan biriydi. Boğaz Harbi şiirini hep okurduk. Marş ya da ilahi olarak bestelenmiş, kitaplara okuma parçası olarak alınmış diğer şiirlerini özellikle değerlendirirdik.

Mehmet ÂKİF ismi bizim için bir sığınaktı. Anlatmak istediklerimizi onun şiirleri üzerinden rahatlıkla anlatabiliyorduk.

HAKK'IN HAKKI, MİLLETİN İSTİKLÂLİ...

Meselâ Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklal. Buradaki Hakk kavramı çok açık. Biz bunun üzerinden konularımızı derinleştirirdik. Bir gün bir öğrenci itiraz etti;

- Ama hocam, burada hak sizin dediğiniz gibi değilmiş; "pay, hisse, emek" demekmiş!

BEHÇET KAFALI, TİRAN ZİHNİYET!

Görüldüğü gibi O zamanların malum militan zihniyetli maddeci öğretmenleri halk ve Hak şairi Akif’in bu açık kelimesini bile böyle çarpıtıyorlardı. Behçet Kemal'in yetiştirdikleri bunlar.

Evet, o öğretmen tam da yeni düzenin ideal öğretmen tipiydi. Yapılmak istenen Hak’tan ayrılmış, makas değiştirmiş bir gelecekti. Ama Allah Akif gibi bir yürek lütfetmişti bu millete.

"DELMİŞ ROMA'NIN KÂLBİNİ..."

Bunun için hep şöyle derdim; İstiklâl Marşı Allah’ın izniyle milleti İstiklâl söylemi altında tutsak yapmak isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakan, o zinciri parçalayan bir mızrak keyfiyeti teşkil etmiştir.

EDEBİYÂT'TA ÂKİF, SİYÂSET'TE ERBAKAN...

Siyasi anlamda da bu keyfiyet, -elbette bunda kademe kademe payı olanlar çok olmakla beraber- net ifade ve müşahhas tezahürüyle Necmeddin ERBAKAN Hocaya atfedilebilir diye düşünüyorum. Rabbimiz her ikisinden de razı olsun. Hak davanın cümle yiğitlerini Efendimiz SAV in komşuluğunda buluştursun. Âmin...

YAŞANAN ACILAR, ÇEKİLEN ÇİLELER...

Gelelim mevzubahis olan paylaşımlara. İlki Kenan Erdoğan’dan. O dönemler neler yapılmak istendiğini, Mehmet Akif ve Müslümanların ne gibi şartlar yaşadığını, 80'li, 90'lı yıllarda aynı zihniyetin ceberutluğunun hortladığı hengâmede nelerin yaşanmış olabileceğini, 28 Şubat belgesellerini de göz önüne getirerek bir tahayyül ediniz. Evet; işte ilk paylaşım. İbretle okuyunuz:

KEMALİZMİN BEKÇİSİ, BATININ KÜREKÇİSİ...

Behçet Kemal Çağlar'ın İstiklâl Marşı ile ilgili yazdığı yazıdan bir bölüm. Dönemin Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı'na bakışını yansıtması bakımından oldukça öğretici. Kemalizm’in yılmaz savunucusu, bekçisi ve yalın kılıç şairi Behçet Kemal Çağlar'ın şu satırları çok dikkat çekicidir:

GERİ'YE TAKILMIŞ, GEMİLER YAKILMIŞ!

"Olgun kafasının bütün güzel fikirleri, ayet ve hadislerin örümcek ağına takılıp kalmış olan bir din şairi, garip bir tesadüfle, milliyetin öz şiiri olması lazım gelen bir marşı ilk defa yazmış bulundu. Fakat “Allah millî marş etsin” dedikleri işte budur. Cennet cehennem; helal haram, minare ezan, kubbe mabet ve ilh. İlmihalle kısas-ı enbiyanın, veznin ve mevzuun kaydı altında ancak bu kadar kelimesi bir şiire sokulabilirdi. Mekke ve Medine’yi kurtaran bir ümmet, bunu kendine has bir kaside telakki edebilirdi. Fakat istiklâlini kuran, kendi öz yurdunu kurtaran bir millet, buna bigâne kalmaktan başka ne yapabilirdi? Sonunda âmin denebilecek mısraları da olduktan sonra... Beş on mübalağa birkaç teşbih ve uzun bir dua!.. Bu ucubeyi hâlâ millî marş diye terennüm etmekte, her şeyden evvel sanatımız için hazin bir mahcubiyet yok mudur? Arap zevki, Arap vezni ve Arap telakkisi ile yazılmış olan bir marştan ziyade bir ilahiye, bir gürleyişten ziyade bir duaya benzeyen o uzun mısraların ve o mufassal nazmın yerine gür, vakur ve emin bir sesle asırların sinesinden gelip asırların izanına haykıran bir millî marşa ihtiyacımız var."

(Behçet Kemal Çağlar, Hâkimiyet-i Milliye 21 Ekim 1931, s.3)

SORMAK ve de ÇOK KAFA YORMAK GEREKMEZ Mİ?

Bunları okuduktan sonra sormak gerekir; Ne yapılmak istendi, neler yaşandı, nereye geldik, nasıl geldik; ne yapılmak isteniyor, biz ne yapmalıyız? Bu metin bize bunları biraz hatırlattı ve sanırım biraz da düşündürdü.

ÖNCE MÂİDE 54; UNUTMA...

Değerli dostlar; 2. iktibas da şöyle. Ama önce giriş kabilinden, Diyanet Kur'an Yolu Tefsirinden, geçen gün de paylaştığımız Maide 54. ayetin mealini arz ediyoruz. Devamında gelecek cümleleri de ona göre anlamaya çalışırız:

SİZDEN KİM DİNİNDEN DÖNERSE!...

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihada ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir. (Mâide Sûresi:54)

O GÜNLERDEN, ŞÜKÜR BUGÜNLERE...

Rabbimizin ihtar ve buyruğu böyle. Bu ayet o günlerde nasıl anlaşıldı bilmiyoruz ama, çok şükür bu millet onca çabaya rağmen dininden dönmedi. Bugün çok daha farklı anlaşılıp yorumlanıyor elhamdülillâh. Her neyse; gelelim Yağmur Tunalı’dan aldığımız metne.

"HİÇBİR KAVMİN, TÜRK'E HOROZ OLMASINA TAHAMMÜL EDEMEM!"

"Yakın devrin, en önemli din bilginlerinden, Kur’an Meâli’ndeki yüksek başarısıyla öne çıkan Hasan Basri Çantay, yakın dostu Mehmet Akif’i anlattığı Âkifnâme” adlı bir eser yazmıştı.

NASIL İSLÂMCILIK, NİCE TÜRKÇÜLÜK?...

O eserde, İslamcılığın, ­ özünde Türklük etmek olduğunu­ söyleyen Atsız’ı destekler nitelikte bir olayı nakleder. ­ İslâmcı Akif, ­ diğer pek çok aydın gibi, ­Türklüğü öne çıkardığı bir döneme gelmiştir:

TAM BİR İSLÂM ŞÂİRİ...

“Evet, ­ ona tam bir İslâm Şairi diyebiliriz. Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslâm şairi! ­ Fakat, ­ Türk daima başta kalmak şartıyla. Dört lisanı edebiyatıyla bilen Akif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihâyet Türk olarak öldü.”

ÜSTÂD BALIKESİR'DE...

İlk millî kaynaşma ve savaşlarda üstat Balıkesir’e gelmişti. O’nun samimi arkadaşlarından biri Gönen’e teşkilat kurmaya gitmişti. Dönüşünde o arkadaş dedi ki:

"TÜRKLERE CEFÂ EDİYORLAR..."

–(...)’ler Türklere cefa ediyorlar, millî teşkilatı boğmaya çalışıyorlar. Akif’in o zaman hiç düşünmeden, kükreyerek verdiği cevap şudur:

–Orada bir Türk Ocağı açınız ve mücadele ediniz!

"ÜSTÂD! SİZİ TÜRKÇÜ GÖRÜYORUM!"

Mehmet Akif Ersoy’un Kurtuluş Savaşı'nı teşkilatlandırma çalışması için ortaya koyduğu gayretlerinden dolayı tanıdık birisi o’na, ‘Üstat, sizi Türkçü görüyorum’ deyince,

ALEV GİBİ KELİMELER!...

Akif’in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı:

–Ya ne zannediyorsun? Türk’e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem!”

(Balıkesirli Hasan Basri Çantay, Âkifname, İstanbul, s.225)"

GEÇMİŞLERE RAHMET; GELECEKLERE MERHAMET...

Evet; Osmanlı'dan Cumhuriyet’e, Behçet Kemal'den Hasan Basri Çantay'a, Akif’ten Erbakan'a kardık-kattık; fikir jimnastiği yaptık. Allah rızası için yaptık. Her şey Allah CC rızasına uygun yapılmaya gayret edilsin, kendimiz ve de gelecek nesiller için böyle bir gaye güdülsün, kimse hayatını hakikatsiz yaşayıp ta netice-i hâlde ve de son tahlilde kötülük enkazı altında çaresiz kalmasın için yaptık.

HAKÎKÂTLİ BÜYÜKLER, SADÂKÂTLİ KÜÇÜKLER...

Bu minval üzere Rabbimiz bizleri ve nesillerimizi buna muvaffak eylesin diyor; kendini bu yola adamış, başta yukarda adı geçen Akif, Çantay, Erbakan büyüklerimiz olmak üzere tüm hakikatli büyüklerimiz ve geçmişlerimize gani rahmet niyazları ve sevdiklerimizle beraber Efendimiz SAV in komşuluğunda buluşmak dilek ve temennileriyle cümleye içten sevgiler saygılar wes'selâm...