Nisan geldi mi, gökyüzü bir başka konuşur. Ne Mart'ın aceleci rüzgarı, ne Mayıs'ın cüretkâr güneşi… Nisan’da yağmur usulca düşer toprağa; ne ürkütür, ne ürkektir. Sessizce iner sokaklara, kaldırımlara, çocukluğumuzun unutulmuş izlerine.

Bu yağmurlar sanki sadece ıslatmaz, yıkar da… Kimi zaman biriken tozu, kimi zaman içimize sinen ağırlığı. Nisan yağmurları, doğanın iç döküşüdür. Gök kubbenin gözyaşları gibi iner üzerimize; neyin yasını tuttuğunu bilmeden, ama hissettiren bir ağırlıkla.

Eski bir şarkının ilk notası gibidir bazen bu yağmur. Bir bakarsınız, pencere önünde kahvenizle baş başa, çoktan geçmişin koynuna düşmüşsünüz. İlk gençlikte bir bakış, bir ayrılık, annemin ıslattığı sardunyalar… Her damla bir anı taşır gibi.

Ama en çok da umut taşır nisan yağmurları. Çünkü her damla, toprağa düşerken bir şeyleri yeşertir. Ağaçlar kabuklarını çatlatır, tohumlar uyanır, insanlar içlerinden bir nefes verir. “Geçti” dercesine... "Geçecek."

Belki de bu yüzden Nisan’ın yağmuru romantiktir. Çünkü gözyaşı gibi düşer ama sonrasında hep bir bahar bırakır geriye.