"Bir başkasını gülümsetmek, ilâhi bir niteliktir" der, İbn Arabi. 
Başkasına sevinç olmak, başkasının gönlünü ferahlatmak, başkası için dertlenmek...
       HOCA ATIŞI
Nasreddin Hoca, sağda solda “Ben şöyle yay çekerim, şöyle ok atarım. ” diye konuşur durur. 
Bunun gerçek olup olmadığını anlamak isteyen gençler onu yarışmaya davet ederler. 
Hoca, ilk okunu atar, ama hedefin çok uzağına düşer. Çevreden gülüşme sesleri artınca Hoca; 
“Bu bizim subaşının atışı; o, oku böyle atar. ” der. 
İkinci olarak oku attığında, hedefi yine vuramaz, yine gülüşme sesleri arasında Hoca; 
“Bu da bizim Kadı Efendi'nin atışı…” der. 
Üçüncü olarak oku atan Hoca hedefi vurunca; 
“Bu da Hoca'nın atışı…” der

TRAFİK POLİSİNİN CUMA HUTBESİ

Hoca cuma günü namaza gelirken kaza geçirdi ve namaza gelemedi. Cemaatte herkes "ne yapalım?" diye birbirine bakarken, içlerinden trafik polisi olan biri kalktı, hutbeye çıktı, malum zikir ve dualardan sonra nasihate başladı;

Muhterem cemaat, kıymetli müslümanlar!

Tevbe ruhsatlarınızı yenileyin.

Takva kemerlerinizi bağlayın.

Günah hızınızı yavaşlatın.

Niyet lastiklerinizin havasını kontrol edin.

Kalp motorunuzu temizleyin.

Kur'ân'ın işaretlerine uyun.

Din yolunda, istikamet şeridinden ayrılmayın.

Dikkat edin, önünüzde ciddi bir kontrol noktası var.

Şu bilin ki, Kiramen Katibin meleklerinin radarından asla kurtulamazsınız.

Kuralları ihlal ederseniz, ceza faturasını cehennemde ödersiniz.
Trafik polisinin cuma hutbesi böyle olur?
Tam yerine rast getirip manzarayı koymuş…

Tilkinin Orucu 
Ramazanda köyün bir tanesine bir tilki dadanmış. Köydeki kümeslerdeki bütün tavukları birer birer çalıp çalıp yiyor.

Köylüler çeşitli tuzaklar kurmuşlar. Hepsinden kurtulmuş.
Köylülerden biri “Gelin buna bombalı bir tuzak kuralım. Tilkinin yemesi için bir tavuk hazırlayıp koyalım. Tavuğun içine de bir bomba yerleştirelim. Tilki bu tavuğu yemek için gelince, tavuğu yerken bomba patlasın. Hem tilki ölür, hem de biz tilkiden kurtuluruz” demiş.
Bu teklif tüm köylülerce kabul görmüş ve tavuğu hazırlayıp kolayca bulabileceği bir yere koymuşlar.
Kurnaz tilki gelmiş. Yemesi için böyle hazır bir tavuk görünce biraz şüphelenmiş. Kendi kendine “Köylünün bana böyle ikram şeklinde bir tavuk sunması tuhaf!” diye söylenmiş. Bu bir tuzak olabilir diye düşünmüş.
Tavuğa oldukça temkinli yaklaşmış ve bomba düzeneğini fark etmiş.
Tilki bombanın etki mesafesinden çıkmak için yaklaşık 50 mt. uzağa gitmiş. Uzanmış yatmış ve beklemeye başlamış.
Biraz sonra kurt çıkagelmiş. Sağa bakmış, sola bakmış ve tavuğu görmüş.
Tilkiye bakmış ve “Yahu, orda tavuk var görmedin mi?” demiş.
Tilki “Gördüm!” demiş.
Kurt, “Yesene o zaman! Neden yemiyorsun?” diye sorunca, tilki “Bugün orucum. Bundan dolayı yiyemem.” diye cevap vermiş.
Bunun üzerine kurt, “Ben oruç değilim. O zaman ben yiyebilirim.” demiş ve tavuğun yanına gidip pençesini atmasıyla birlikte bomba patlamış. Tavuk bir tarafa, kurt bir tarafa gitmiş.
Kurt kan revan içinde yerde yatarken, tilki gelip tavuğu yemeye başlamış.
Kurt kafasını zar zor kaldırıp, tilkiye “Ulan şerefsiz, hani sen oruçtun!” demiş.
Tilki pişkin pişkin cevap verir;
  “Biraz önce top atıldı, duymadın mı?” demiş.
Şüphesiz bu bir ramazan fıkrası ve oruç da tilkinin orucu.

Nasrettin hocanın tilkiye cezası
Nasrettin hoca’ya bir gün köylüler gelip tilkiyi şikâyet ederler. Derler ki:
– Hocam bu tilkiden bıktık, usandık artık… Geceleri gelip tavuklarımızı, kazlarımızı götürüyor. Okuyacak mısın, üfleyecek misin, dua mı edeceksin? Ne yapacaksan yap, bizi bu tilkiden kurtar.
Nasrettin Hoca onlara demiş ki:
– Siz onu yakalayın bana getirin, ben ona gereken cezayı vereceğim.
Tabi köylüler bir tilkiyi yakalamanın ne kadar zor olduğunu biliyorlar. Fıkra bu ya, tilkiyi yakalayıp Hoca’ya götürmüşler. Hoca tilkiyi sağa çevirmiş sola çevirmiş, şöyle bir bakmış:– Seni yaratan da ne güzel yaratmış, demiş.
Bu arada da sarığını çıkartmış, tilkinin kafasına geçirmiş, sonra da onu salıvermiş.
Oradakiler bu işe çok kızmışlar:
– Yahu Hocam, biz onu güç bela yakaladık, sen ona hani bir ceza verecektin. Onu saldın, gitti, demişler.
Hoca da demiş ki:
– Ben ona en büyük cezayı verdim. Şimdi dağa gittiği zaman, bir yanlış yaptığında ona sürekli diyecekler ki: “Başındaki sarığından utan, sen nasıl bu yanlışları yapıyorsun?” Bu ceza da ona yeter…

Teravihi Unuttu
İki kafadar Ramazan’da kadı kıyafetine girerek köy köy dolaşmaya ve birkaç basit soru sorup cevap veremeyen köylüleri falakaya yatırıp para kazanmaya başlamışlar. 
Kadı Efendinin bu durumdan haberi olunca, bunları yakalatmış ve:
Bu sabah namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam namazının, bu yatsı namazının, diyerek kırk sopa attırıp bıraktırmış.

İki kafadar köyden uzaklaşınca birisi:
Tabanlarım sızlıyor, şurada oturup dinlenelim, deyince diğeri:
Yürü yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı Efendi teravihi unuttu. Hatırlarsa vay halimize!

Biz içindeyken yetişemiyoruz.
Sultan II. Mahmud Han döneminden bir zât, Ramazan'da bazı ahbap ve Tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.
Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zat, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda sonuncu rekâtın tahiyyâtına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:
"Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim" diye düşünüp safa dâhil olacağı sırada cemaat selam vermiş. İzzet Molla dönüp adama
şöyle demiş:
"Be adam! Biz içindeyken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?"
 Bendeniz size hayırlı ramazanlar ve hayırlı oruçlar diliyorum.  Gülümsete bildiysek ne mutlu. Sağlıkla kalın…