Yazımızın başlığı bir hadis-i Şerif’tir. Allah’ın son elçisi Hazreti Muhammed (s.a.s.) Efendimiz “İnsanların(ümmetimin) en hayırlısı, insanlara faydası dokunandır.” buyurmaktadır. Yunus’un ifadesiyle konuya biraz daha yaklaşacak olursak: “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” hakikatini bütün çıplaklığı ile gözlerimizin ve gönüllerimizin önüne sermek lâzımdır.
İnsanlar, geçici olan bu dünyaya kulluk görevlerini hakkıyla yapmak ve bütün yaratıklara-mahlûkata faydalı olmak için gönderilmişlerdir. Fayda ve iyilik; başkalarına yarar sağlamakla elde edilir. Peygamber Efendimizin bu hadisi şeriflerinin ışığı altında -ayrım ve seçim gözetmeden- bütün beşeriyetin iyiliğini istemek, bu hususta elde gelen gayreti faaliyet safhasına intikal ettirmek ciddi bir görevdir.
İslam dininin özü olarak lanse edilen: “Halıkı tazim, bütün mahlukata, Allah’ın (c.c.) kulları olduğu için şefkattir.” Herkesin böylesine bir şefkate, böylesine ulvî bir anlayışa sahip olması gerekir. Hem çok kısa ve geçici olan dünya hayatında hem de ebedi olan ahiret hayatında aziz, mesut ve bahtiyar olmanın yolu ve yordamı bütün insanların iyiliğini istemek, bu hususta ciddi bir çalışma içinde bulunmak ile mümkün olabilir ancak. Böylesine bir sevgiyi hayat boyu devam ettirmek lazımdır.
Madem ki bir imtihana tabiyiz, her halimiz, her fiil ve hareketimiz ve yaşantımızın her anı yaratanımız tarafından kontrole tabi. O halde bu dünya imtihanını kazanmak ve sonunda pişmanlığa düçar olmamak için insanlar arasında barış, huzur ve kardeşliğin ihyası ile kulluk vazifelerimizi hakkıyla yerine getirmeliyiz.
İnsanlara yapılan iyilikler, her türlü hayır ve hasenatlar bir gösteriş için veya ileride başa kakmak, o kimseyi küçük düşürmek maksadıyla değil sırf riza-i bari, yani Yaratanımız Allah rızası için yapılmalıdır. Böbürlenmek, “falan adam ne kadar iyilik yapıyor” desinler için yapılan işlerde hayır olmaz. Bir insanın başkalarına yapacağı iyiliği, hayır ve faydayı üçüncü şahıslara ifşa etmek; bizim inancımıza, İslami ve insanî gelenek ve göreneklerimize uygun düşmez.
Silm” kökünden gelen İslam iyilik, huzur, kardeşlik, barış ve selamet gibi çok yönlü manalara gelmektedir. Bu durumda İslam dininin temeli iyiliktir. Bu iyilik sadece insanlara, yalnız beşeriyete mahsus olmayıp bütün mahlûkata, hatta bütün nebatata bile şamil olmalıdır. Varlıkların tümüne karşı her insanda bir sevgi, bir şefkat ve bir iyilik duygu ve düşüncesi hâkim olmalı ve bunu ömür boyu devam ettirmelidir. Hayırlı ve başkalarına yardım elini uzatan insan hem Yaratanımız Cenab-ı Allah (c.c.) tarafından, hem de yaratılmış cümle varlıklar tarafından sevilir.
Dikkatle incelendiği, ciddi bir araştırma yapıldığı ve ilahi emirlere ve nehiylere hassasiyetle nüfuz edildiği zaman daha net ve daha berrak bir şekilde; İslam Dini’nin iyilik, şefkat, rahmet ve merhamet üzere bina edilmiş olduğu görülür. Böylesine üstün güzelliklere, iyiliklere varis olan Müslüman en hayırlı ve en faydalı insan olur. Bilhassa bu zamanda beşeriyet böyle insanlara, böyle Müslümanlara çok muhtaçtır.
Her türlü iyilikte, hayırda, yardımlaşmada, başkalarına faydası dokunma gibi hususlarda bizim önderimiz, örneğimiz, rehberimiz: “Rahmeten lilâlemin” olarak gönderilmiş olan Hazreti Muhammed (s.a.v.) Efendimizdir. Rehberi ve önderi iyi seçen insanlar her iki cihanda da saadete, selamete, izzete ve ikbale nail olurlar.
İnsanları sevmek, ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmak, hayırlı bir ümmet olma yolunda ilerlemek özel bir duygu ve her yönüyle çok güzel bir haslettir. Beşerî münasebetleri gelişmemiş kimselerden hiç kimseye fayda gelmez. Kendilerini dev aynasında görenler, benden sonrası tufan diyenler ile “ene” yani “ben” hastalığı ile malûl olanlar kesinlikle hayırlı ve faydalı insan olamaz.
Dünyanın kaderi; insan neslinin hazreti Âdem (a.s.) ile başlayan o muazzam ve o müstesna varlığı ile bağımlı bir duruma gelmiştir. Bu kürre-i arz üzerinde ve hâlâ çözüme bir türlü kavuşturulamamış olan diğer alemlerde huzur veya bela ile refah veya yokluk insanların genel durumuyla yakından ilgilidir. bilhassa fert ve toplum bazında beşeri münasebetler büyük ölçüde önem arz eder. Böylesine ilişkilerden veya münasebetlerden uzak olan kimselerin; hemcinslerine faydalı olması muhaldir.
Her çeşit maddî ve manevî yardımlaşmalar, insanlara sevgi ve saygı ile yaklaşmalar, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeler; hayırlı insan olmanın dışa yansıyan özelliklerinden ve güzelliklerinden sayılır. Kendini bilen, bu dünyaya getirilmiş gayesinin her zaman için muhasebesini yapan insan; insanların hayırlısı ve insanlara faydası dokunan kimseler grubuna ve Peygamber (s.a.v.) Efendimizin müjdesine dahi olur.
“Yap bir iyilik at denize, balık bilmezse Halik bilir.” diye iyiliği, yardımı teşvik eden bir atasözümüz vardır. İnsan yapmış olduğu bir iyiliği, bir yardımı ne taltif ne teşekkür ve ne de gösteriş için değil, Allah (c.c.) için, Hakk’ın rızası için yapmalıdır. “Zerre miktarı hayrın ve zerre miktarı şerrin” hesabının görüleceği ilahi adalet gününe adım adım, saniye saniye yaklaşıyoruz. Aldığımız ve verdiğimiz her nefesten, attığımız her adımdan, yediğimiz her lokmadan, işlemiş olduğumuz her fiil ve hareketten mutlak surette hesaba çekileceğimiz unutulmamalı, akıldan çıkarılmamalıdır.
Hayırlı ümmet, faydalı kul olmak; inanan insan için en büyük ve en üstün zenginliktir. Böyle bir zenginliğe paha biçilmez. İnsanlara veya diğer canlı varlıklara faydası dokunmak için kişilerin maddeten zengin olması, çok sayıda paraya ve mala sahip olması gerekli değildir. Nice fakir ve gerçekten muhtaç insanlar vardır ki başkalarına yardım etmede ve faydalı olmada çok ciddi gayretler sergilemektedir. Bir yaşlının elinden tutmak, bir taşıtta büyüklere ve kadınlara yer vermek, elinde ağır bir yükü bulunan birilerine yardımcı olmak, bilmediği bir yerde adres soran bir yabancıya, bir garibana gideceği yeri tarif etmek, gerçek manada bir ihtiyaç sahibine imkanı varsa ihtiyacını gidermek, imkanı yoksa tatlı dille öyle kimselerin gönlünü almak gibi daha çok yönlü hayırlar, iyilikler ve faydalar vardır.
Bizim toplumumuz İslamiyet’in vermiş ve bahşetmiş olduğu iyilikler ve güzelliklerle dopdoludur. Hayırda ve her çeşit faydalı işlerde yarış, İslamî cemiyetlerin ve cemaatların bilinen karakteristik özelliklerindendir. Bu yapı ve bu müstesna özellik; bizi biz yapan ve bizi dünyaya tanıtan çok önemli bir vasıftır. Bir kimseye selam vermek, onunla sohbet etmek veya hal-hatır sormak, hatta bir tebessüm, bir gülücük bile insanlar arasında bir hayra vesile olur. Hayrın ve faydanın azı-çoğu, küçüğü-büyüğü yoktur. Onu ancak Cenab-ı Allah (c.c.) bilir.
Yazımızı yine başta da ifade ettiğim gibi o
Çok hoş hadis-i şerifi tekrar ederek bitirmek istiyorum: “İnsanların hayırlısı, en faziletlisi, insanlara, İnsanlığa faydası dokunandır.” Bu hadisi şerife göre bir hayat çizgisi, bir yaşam şekli oluşturanlara ne mutlu!..
Değerli dostlarım içinde bulunduğumuz ramazan ayı Yunus’un dediği gibi aşkım pazarında canlar satarım satarım kucağına alan bulunmaz canı malı her şeyi ortaya koyarak Allah’ın rızasını kazanmaya çalışalım
Hepinizi Yüce Allah’ın selamıyla selamlıyor Hayırlı Ramazanlar hayırlı iftarlar, müstecap olunan dualarda buluşmak dileğiyle…