Güzel şehrim…Yeşilin mavinin her tonunu barındırıyor çok şükür. Doğa’nın cömert davrandığı bir şehirde bol oksijeni solumak elbette bir şans. Şanslıyım. Orduluyum. Kıymetini biliyorum; bilmeyenler için de iki kelam etmek istiyorum.

            Ordu; huzuru ve güzelliği simgeleyen bir kent iken özellikle büyükşehir sürecinden sonra hızla yapılaşan, yeşili yok olan, doğal dengesi bozulan bir şehir olmaya başladı. Modernleşiyoruz kılıfı altında yok edişimizin sonu gelir mi bilmem ama emin olduğum tek şey; Doğa’nın intikamı ağır olacak. Doldurduğumuz denizler; kestiğimiz ağaçlar; sıra sıra diktiğimiz binalar için bir bir hesap vereceğiz. Tükettiğimiz kadar tükeneceğiz. Vahim bir tablo çizdim ama acı gerçekler bunlar.  Atalarımızda boşuna dememiş, “doğa ne verdiğinin peşini bırakır ne de ne de kendinden olanı üzerinde barındırır”. Aslında bu kadar olumsuzluk için de güzel şeyler de olmuyor mu? Diye düşünürken inanın bulamadım.  Alt yapı çalışmaları üstü bozmuş; her yerde düzensiz bir çalışma, insan hayatı güvenlik kuralları çoğu zaman ihlal edilmiş durumda. Üstelik bir yayalaştırma projesi var ki. Seçilen mermerler  oldukça şık ancak tam faaliyete geçtiğinde bilhassa da kışın yada yağmurlu günlerde kayganlığı ile çok kırılan kol ve bacak haberleri duyacağız ve yapacağız.  Diğer yandan sökülen yollar. Kısaca yap boza dönen bir şehir fotoğrafı var Ordu’da… Böyle bir fotoğrafa ne eklendi bir de biliyor musunuz? Toplu taşıma karmaşası. Daha durağı yapılmadan alt yapısı hazırlanmadan bir sistem girdi hayatımıza. Yaptım oldu! Mantığıyla üstelik. Ordu, dar yollarıyla zaten geçmişte yapılan yanlışların faturasını ödüyorken şimdi bir de toplu taşıma sistemiyle daha da karıştı, arap saçına döndü işler. Güzergahlar birbirine girdi; vatandaş ne olduğunu bilmiyor. İşin ilginç yanı şoförler de bazen güzergah karmaşası yaşıyor. Kesinlikle toplu karmaşa yaşanıyor. Düzelir mi? İnşallah diyelim. İşimiz duaya ve Allah’a kaldı. Çünkü vatandaşın refahı nedense yönetenler tarafından hep ikinci planda. Öyle olmasa önce sitem için fikir birliği oluşturulur; yollar ve vatandaş sisteme hazırlanırdı. Durakları; güzergahları; akıllı kartları ile halkına tanıtılan bir sistemle hadi Bismillah! denirdi. Belki bir yıl geç olurdu ama güzel olurdu. Böyle olunca büyükşehir statüsünün sadece rant kapısı olarak düşünüldüğü gelmiyor değil akıllara.

Birileri sıcak paraları sayarken; birileri o paranın diyetini ödüyor. Sanırım düzen bu!