Pandemi sürecinde binlerce insanımızı kaybettik. Önümüzdeki günlerde hem mevsimsel etmenlerden hem de alınmayan önlemlerden ötürü çok daha fazlasını kaybedeceğimiz aşikâr.
Sürecin ilk günlerinde Pandemi mücadelesini bir savaşa, en ön safta savaşan sağlık emekçilerini de süper kahramanlara benzettiniz; ülkece alkışladınız. Ancak sağlık emekçilerinin o alkışlardan rahatsız olduğunu göremediniz. Sağlık emekçisi sadece pandemi sürecinde değil normal zamanlarda da o alkışı ve daha fazlasını zaten hak ediyordu. Bilemediniz...
Ne o alkışlar ne de sonrasındaki "tavandan ek ödeme" açıklamaları sağlık emekçisini motive etmedi. Aksine daha da üzdü, daha da tüketti. Toplumun gözünde “çok para kazanan” izlenimi oluştu ama gerçek hiç de öyle değildi.
Pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte hem kamuda hem de özel sektörde milyonlarca insan çalışma hayatından tamamen ya da kısmen çekilirken sağlık emekçilerinin iş yükü ve hastalık riski katbekat arttı.
Çalışma hayatından kısmen ya da tamamen çekilen insanların ve özellikle işverenlerin ekonomik bir kayıp yaşamamaları için her türlü önlem alınırken, olağandan daha zor şartlarda ve daha fazla sürelerde çalışmak zorunda kalan sağlık emekçileri maddi ve manevi olarak ciddi kayba uğradı. Görmezden geldiniz...
Her gün ülkenin dört bir yanından "hastalanan" ve "ölen" sağlık emekçilerinin haberleri geldi, umursamadınız. Her gün biraz daha azaldık... Şehit bile diyemediniz, diliniz varmadı...
Hastalanıp iyileşenlerin tamamında sekel kaldı, bu hiç konuşulmadı. İyileşen meslektaşlarımız gün geçirmeden işinin başına geri döndü. Fark etmediniz bile...
Yaz ayları ile birlikte doğal olarak yıllık izin kullanmak istedik. Parçalı şekilde izinlerimizi kullandık, ancak izin kullandığımız için ceza olarak gelirimiz azaldı. İzne giden meslektaşlarımızın yerine dışarıdan birileri gelmedi, onların yerine yine bizler çalıştık. Pandemi sürecinde gerçek anlamda her bir sağlıkçı iki – üç kişiymiş gibi çalıştı, iki üç kişilik iş üretti. Ancak yine ne maddi ne de manevi olarak karşılığını alamadı.
Pandemi sürecinin ilk günlerinde değil belki ama normalleşmenin başlamasıyla birlikte sağlık emekçilerine şiddet aynen pandemi öncesindeki kaldığı yerden – zirveden- devam etti. Yine yumruklandık, yine tekmelendik, sövülmeleri, bağırıp çağırıp tehdit edilmeleri artık saymıyoruz bile. Ama yine sahipsiz kaldık. Ne Sağlık Bakanı`nı ne hukuk sistemini ne de idarecileri arkamızda bir güvence olarak hissedemedik. Yalnız bıraktınız...
Sözleşmeli idareciler, yetkili sendika ve yerel siyasi profiller, her ilde sağlık emekçilerinin üzerindeki en büyük baskı aracı oldu. Sağlık emekçilerine ne istediğini soran tek bir kurum – kuruluş ortaya çıkmazken, onlara ne yapmaları – ne yapmamaları gerektiğini emreden onlarca kafadan ses çıktı. Sağlık emekçilerini en çok da bu baskı tüketti.
Çalışanın hakkını savunmakla mükellef yetkili sendika sadece adam kayırma – hak yeme – koltuk kavgası gibi olaylarda yetkin ve etkin oldu. Varlık sebebi çalışanı baskılamak ve korkutmak ise işini başarıyla yaptı. Başarısının karşılığını da dolgun maaşlar, milletvekillikleri, belediye başkanlıkları gibi kademelerle fazlasıyla aldılar.
Özetle; Pandemi öncesinde bile zor şartlar altında çalışan sağlık çalışanı pandemi süreci ile birlikte kendini iyice “Üvey Evlat” gibi hissetmeye başladı. Bu histe hiç de haksız değildi. Biz bırakın yeteri kadar dinlenmeyi, “evimize virüs taşır mıyız?” kaygısı yaşarken, birçok insanın sorumsuzca aklaşıp “acaba tatile nereye gitsem” kaygıları bizleri tüketti. Aynı dünyanın insanları değilmişiz hissi yarattı. Yabancılaştırdı. Küstürdü.
Sağlık çalışanı artık toplumla barışmak istiyor ve elinden geleni yapmaya hazır. Ama başta yetkililer olmak üzere toplumun tüm kesimleri bu konuda önemli adımlar atmalı. Sağlık çalışanına hak ettiği değeri maddi ve manevi olarak vermeli.