Biz ne zaman ve de niye böyle şükürsüz, duyarsız ve de paragöz bir millet olduk? Her ne zaman sohbet ya da yazılarımızda; "ŞÜKR'EDELİM, Dünyânın hâline bir bakın; herkesin gözü bizde. Sıkışan bize koşuyor; ne güzel bir ülkedeyiz. Ayrıca, şu bölge olarak da şanslıyız. Dayanıklı, bereketli bir ürünümüz var. Bir avuç fındık şu para! Diğer bölgelerde insanlar yıl boyu ürünlerinin içinde. Nefes alamıyorlar. Buna rağmen kazanç noktasında bizim kadar rahat değiller" desek, hemen özellikle fındık fiyatıyla ilgili kısmı siyâsete yoruyorlar. Mâneviyât deyince mangalda kül bırakmayan, dindarlıklarıyla daha bir mâruf arkadaşlar bile FINDIK konusunda acımasız bir kişilik kesiliyorlar.
CENÂZEDE MİYİZ, DÜĞÜNDE Mİ?
Geçen bir cenâzede helâlleşmeyi bize tevdi ettiler. Biz de bir iki şey söyleyelim istedik. Öyle ya, Efendimizin (SAV) beyanıyla mevtâ bizatihî vaiz ama çoğu kere insanların tavırlarına bakarak, “cenâzede miyiz düğünde mi?” diye sormaktan kendimizi alamadığımız durumlar yaşıyoruz. Ekstra bir şeyler söylemek lâzım geldiği, mevsim öncesi, cenâze vesilesi gibi duygu ve düşünceler ağır basarak kıyısından köşesinden söze başlıyoruz. Bâzen söz kayıp gidiyor bir yerlere doğru.
ÖRTÜNME KİME HAS?
İşte o cenâzede de, yukardakine benzer sözler yanında, “bahçelerde, harmanlarda edebe riâyet edelim, çelik-çocuğumuzun yanında da olsa yatak kıyâfetiyle dolaşmayalım, insana yakışan örtünmektir ve örtünme insana hastır, bakınız ahlâksızlık aldı yürüdü, dindarlık örtünmeyle başlar; fındık ayı bizi biraz bozabiliyor, namazlara, kıyâfetlere, ağzımızdan çıkan sözlere dikkât etmeyebiliyoruz. Fındık sanki aklımızı başımızdan alıyor. Kulluğumuzu unutur gibi oluyoruz.
ZÜLF-İ YÂR; HANGİ YÂR?
Diğer yandan, işçi haklarına dikkât edelim. Belki o insanlarla bir daha görüşemeyeceğiz, helâlleşme fırsatı da bulamayacağız. O insanlar her şeyden önce bizim bir misâfirimiz. Ayrıca bizim işimizi görüyorlar. Biz fındık fiyatı yükselsin istiyoruz. Onlar da bu meyanda bir şeyler talep edecekler. Bu da doğaldır. Lütfen sâkin olalım, anlayışlı olalım, âdil olalım, sabredelim,” gibi şeyler…
Helâlleşme ve duâ bitip cenâze omuzlara alınırken cenâze sâhiplerinden hatırı sayılır bir ağabey; “Biraz zülfiyâre dokundun ama hayırlısı!” dedi. Bundan neyi kasdettiğini hemen anlamak zor. Edep konusu mu, yoksa fındık meselesi mi? İkisi de hassas. Ortalığın, özellikle kıyı şehirlerin durumu ortada…
ALLÂH (CC) AŞKINA SÖYLEYİN!
Burada, mâdem söz açıldı, bizim köyde bayram arifesi mezarlıkta Yâsin Programındayız; hava güzel, kalabalık iyi, biraz da kendi komşularımız olduğu için cesâret bulmuş olacağız ki; sohbet arasında şöyle dedik;
“Komşular, değerli kardeşler! Çok merak ediyorum; acaba açık-saçık gezince n’oluyor, ele ne geçiyor günahtan başka? Gerçekten çok merak ediyorum, Allâh CC aşkına söyleyin, bana bir cevap verin; açılıp saçılınca n’oluyor, ne fayda elde ediyoruz, birisi îzâh etsin bana? Lütfen dostlar; bayram deyip te açılıp saçılarak bayramı günah panayırına çevirmeyelim. Allâh CC rızâsı için!” falan dedik.
Şimdi böyle yerler bâzı şeyleri söylemek için de fırsat oluyor. Birebir söyleyemiyorsun. Genel olunca da herkes nasibini alıyor. Sonuçta biz görevimizi yapmak durumundayız. Yarın insanlar, öbür dünyâda sıkışınca bizi işâret edip; “söylemedi, uyarmadı!” diyerek suçlu göstermesinler. Derdimiz bu.
ASLÂ SİYÂSET DEĞİL; IZDIRAP!
Değerli dostlar, işin gerçeği şu ki; fındık meselesi dâhil, bizim mesajlarımızın dînî kaygı dışında başka bir şeyle hiç alâkası yok. Sâdece, “Biz Allâh cc dan râzı olalım ki Allâh cc da bizden râzı olsun!” demek istiyoruz. Tek düşüncemiz bu. Bu kadar güzellikler ve lütuf içerisinde insanların, hele Müslümanlığına toz kondurmayanların bu hâlleri şahsen çok garibime gidiyor, IZDIRAP duyuyorum.. Eskiler insan değil miydi? Hangisinin durumu bizden daha iyiydi? Onlar mütevekkil, durumlarından memnun, kanaatkâr insanlardı.
“BÜYÜK MİLLET, KÜÇÜK HESAP!” MI?
Kısaca, derdimiz, koskoca, 3 kıtâya hükmetmiş bir milletiz; hemen herşeyden şikayet eden, memnuniyetsiz, tabiri câizse mızmız, hiçbir şey beğenmeyen, kendini mutsuzluğa mahkum etmiş kişilerden mürekkep sıradan bir topluluk olmayalım demek istiyoruz.
ÇOCUKLARIMIZ ve HATÂLARIMIZ!
Biz, çocuklarımızdan şikâyetçiyiz değil mi? Hiçbir şeyden tatmin olmuyorlar; bizim yaşadığımız çağlara göre bir elleri yağda bir elleri balda olduğu hâlde. Hâlbu ki, bizim durumumuz da onlardan hiç te farklı değil! Hep şikâyet, hep şikâyet. Hem de, kendimize hiç toz kondurmadan. Acaba bunların sebebi biz miyiz, bir yerde hatâ mı yaptık diye ihtimâlî olarak dahî düşünmeden!
HATÂ KİMİN, GÜNÂH KİMİN?
Kabul; elbette ki ortada hatâlar var. Biz de bunun için konuşuyoruz zâten. Ancak sana göre de, bana göre de olsa, söz konusu hataların kaynağı nerde; hep başka yerlerde ve tek günâhsız biz miyiz? Bakınız Rabbimiz Teâlâ CC ne buyuruyor: “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ/53.)
ŞU GÖNÜL PAŞA; NEREYE KOŞA?
Mâdem âyettir; onu öncelemek ve olaya buradan bakmak gerekiyor bir kul olarak. “Bana göre!”leri geçelim; önce Allâh CC ne diyor, Hz. Peygâmber ne buyuruyor? Âlimler nasıl yorumlamışlar? Olaya buradan bakmamız gerekiyor. Yoksa din kaynaklı olmadan, paşa gönlümüzün duygularına göre hareket ederek nasıl dîne göre hareket eden bir dindar olabiliriz ki?
Yüce Rabbimizin bizleri Hakk'ı Hak bilip Hakk'a ittibâ eden, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan ictinâb eden bahtiyârlardan eyleyip şükreden birer kul olabilme vasfını lûtfetmesi niyâzıyla cümleye sevgiler-saygılar wes'selâm…