Çocukluk… Hepimiz için geçmişin en temiz, en saf, en gerçek hali. Yalın bir dünyada küçük bir insan olarak kocaman hayaller kurduğumuz o zamanlar, belki de ruhumuzun en özgür olduğu dönemdir. Oyuncaklarımız, hayali arkadaşlarımız, iz bırakan ilk düşlerimiz… Her biri büyüdükçe daha çok özlediğimiz bir masalın sayfaları gibi.

Çocukluk, öğrenmek ve keşfetmekle geçen bir maceradır. İlk defa yağmurda ıslanmak, denizi görmek, bir kar tanesini avucunda tutmak… Bütün bunlar büyüdüğümüzde sıradanlaşır ama bir çocuğun gözünde her biri küçük birer mucizedir. Aslında büyümek, hayatın bu mucizelerine alışmaktır belki de.

Ne zaman bir çocuğun gözlerindeki o saf ışığa baksam, kendi çocukluğuma dönerim. Apartman önünde oynanan saklambaçlar, mahalle aralarında yankılanan kahkahalar ve sadece akşam ezanında sona eren oyunlar… Zamanla büyüyüp kendi sorumluluklarımızın içinde kayboldukça, o günlerin değeri daha da büyür.

Ancak çocukluk sadece güzel anılardan ibaret değildir. Çocuklar, biz yetişkinlerin dünyasındaki çatışmaları, karmaşayı, sevgisizliği de fark eder. Bu yüzden onların dünyasını korumak, onlara sağlıklı ve sevgi dolu bir çevre sunmak en büyük görevimizdir. Çünkü çocukluk, bir insanın karakterinin temelidir. Sevgiyle büyütülen bir çocuk, geleceğin barış dolu bireyini yaratır.

Bugün baktığımızda birçok çocuğun savaşlarla, yoksullukla, sevgisizlikle büyüdüğünü görüyoruz. Bu haksızlık, yalnızca o çocukların değil, bizim de kaybımızdır. Çocuklar mutluysa, dünya mutludur.

Hayatın hızlı temposunda unuttuğumuz şeylerden biri, çocukluğumuzdaki o saf mutluluğu anımsamaktır. Arada bir durup kendi çocukluk günlerinizi hatırlayın. O günlerden bir parça neşe, bir parça umut alıp bugünkü hayatınıza taşıyın. Çocukluk, geçmişte kalmış bir dönem değil, kalbimizde sonsuza dek yaşayacak bir hatıradır.

Unutmayalım, içimizdeki çocuğu yaşattığımız sürece büyümek hiç de korkutucu değildir.