Son zamanlarda, gençlerin içinden geçtiği zorlu süreçlerin sonucu olarak intihar vakalarının arttığını üzülerek gözlemliyoruz. Her bir genç kaybı, yalnızca o gencin ailesi ve yakın çevresi için değil, tüm toplum için bir kayıp. Gençlerin, yaşama sevincini yitirip bu kadar erken yaşta çıkışsız hissetmelerinin altında yatan nedenleri anlamak, toplum olarak üzerimize düşen büyük bir sorumluluğu gözler önüne seriyor.
Peki, gençleri bu kadar ağır yükler altına sokan şeyler nedir? Sosyoekonomik baskılar, gelecekle ilgili belirsizlikler, işsizlik, sınav ve başarı baskısı, sosyal medya ile alevlenen "mükemmel olma" zorunluluğu... Tüm bu yükler, hayatının henüz başında olan gençler için dayanması zor bir hale gelmiş durumda. Ekonomik sorunlar, yalnızca maddi zorluklarla değil, aynı zamanda gelecek umutlarının tükenmesiyle sonuçlanabiliyor. Yeterli iş olanaklarının olmaması, gençleri topluma katkı sunabilecekleri bir yer bulamamaya itiyor. Bu durum, bir yandan onların kimliklerini oluşturmalarını zorlaştırırken, bir yandan da onları yalnızlaştırıyor.
Yalnızlık, birçok psikolojik sorunun altında yatan temel unsurlardan biridir. Sosyal medya aracılığıyla sürekli başkalarının hayatlarına tanıklık eden gençler, çoğu zaman kendi gerçeklikleri ile bu hayali mükemmellikler arasında sıkışıp kalıyorlar. Aynı zamanda çevrelerinden yeterli duygusal destek görmeyen gençler, kendilerini sevilmeyen, başarısız ve değersiz hissedebiliyor. Sosyal medya platformlarında yaratılan “başarı” ve “mutluluk” illüzyonu, bu duyguları daha da derinleştiriyor.
Bu noktada, aileler, eğitimciler, arkadaş çevresi ve toplumun her bir bireyi olarak bizler, gençlerin bu ağır yükleri paylaşabilecekleri bir güven ortamı yaratmalıyız. Gençlerin, onları yargılamadan dinleyecek, duygularını ve düşüncelerini paylaşabilecekleri güvenilir ortamlara ihtiyaçları var. Kendilerini ifade edebilecekleri, yalnız olmadıklarını ve anlaşıldıklarını hissedebilecekleri bir çevre, onların yaşama sevincini yeniden bulmalarında büyük bir fark yaratabilir.
Eğitim sistemi de bu konuda gençlere yardımcı olacak şekilde düzenlenmeli. Onları yalnızca başarı odaklı değil, duygusal olarak destekleyecek, psikolojik dayanıklılık kazandıracak, baş etme becerilerini geliştirecek yöntemlere daha fazla önem verilmelidir. Okullarda ruh sağlığı hizmetlerinin sağlanması ve gençlerin karşılaştıkları sorunları rahatça paylaşabilecekleri danışmanlık desteklerinin sunulması önemlidir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları ve gençlik merkezleri de gençlerin kendilerini rahatça ifade edebilecekleri ortamlar sunarak bu dayanışmayı artırabilir.
Unutmayalım ki gençlerimizin ruh sağlığı, geleceğimizin teminatıdır. Onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek, değerli olduklarını göstermek ve başkalarının da aynı mücadeleleri verdiğini anlatmak, umut ışığını yeniden yakmak için atabileceğimiz en önemli adımlardandır. Toplum olarak, gençlerin çığlıklarını duymazdan gelemeyiz; onları dinlemek, desteklemek ve bir umut köprüsü inşa etmek, bizlerin en büyük sorumluluğudur.