Gerçekten ilmin başı sabırdır ve başı ve sonu sabırla nihayetlenir.
Gelin hep beraber ilmin başı sabırlı yoksa neymiş öğrenelim
Vaktiyle köyün birinde Deli Hüseyin diye anılan bir adam varmış. Yirmi yaşına varan Deli Hüseyin evlenmiş, düğün yapmış. Düğün gecesi, nikâh kıymaya gelen iki hocaefendi bir dînî mesele hakkında güzel bir sohbete başlamışlar.
Genç Hüseyin hayran hayran bu mubâhaseyi dinlemiş, o yaşına kadar geçirdiği zamana hayıflanmış, içinde derin bir ilim aşkı tutuşmuş ve içinden; >>Yarından tezi yok, ben de ilim tahsiline gideyim. Bu hocalar gibi okuyayım, böyle sohbetlere iştirak edeyim.» demiş.
Nikâh kıyılmış, genç Hüseyin gerdeğe girmiş. Fakat, aklı-fikri sabah olur olmaz bir medreseye gidip hemen tahsile başlamak imiş gerçekten her şeyi yüzüstü bırakarak ilim tahsil etmek için
Eşine anam kız kardeşim önce Allah’a sonra sana emanet diyerek medresenin yolunu tutmuş ve evi terk etmiş.
medreseye gelmiş ve devrin ilim ocağı olan medreseye girmiş. Fıkıh, tefsir, hadis derken tam otuz sene ilim tahsiliyle hemhâl olmuş.
İlme o kadar dalmış ki; aklına ne köy, ne kasaba, ne bahçe, ne de hanımı gelmiş.’’Allah; ilmi isteyene, zenginliği de istediğine verir.’’ 
Yirmi yaşından sonra başladığı hâlde hâfız-ı Kur’ân olmuş, aynı zamanda dersiâmlığa kadar yükselip, Hüseyin Hoceefendi olmuş.
Artık yaşı elliye gelmiş, sakal ve saça ak düşmüş. İlim tahsilini tamamladığını düşünerek memleketine dönmeye karar vermiş. Yirmi günlük bir yolculuktan sonra, memleketine bir günlük mesafedeki yaşlı bir köylünün evine misafir olmuş.
Evde yemek yedikten sonra o köyün camisinde Hüseyin Efendi vaaz kürsüsüne çıkmış, vaaz ve nasihatte bulunmuş. O kadar tesirli vaaz etmiş ki, camideki herkes bu âlim hocaya hayran olmuşlar.
Hoca köylünün ayağına gelmişken bunu ganimet olarak bilmişler hoca efendiye köylüler SORULAR sormaya başlamışlar.
“–Mâşâallah sizdeki ilim aşkına!” demiş, sonra da; “Size bir suâlim var!” diye ilâve etmiş.
Hüseyin Hoca;
“–Buyurun sorun.” demiş.
Köylü;
“–Otuz sene tahsil ettiğinize göre öğrenmiş olmalısınız, acaba ilmin başı nedir?” demiş.
Hocaefendi;
“–Ey köylü kardeş! İlmin başı; «RABBİ YESSİR DUÂSIDIR ” demiş.
Köylü;“–Hayır, hocaefendi. İlmin başı o olmasa gerek.”deyince Hoca şaşırmış. Köylünün kendisine soru sormadığını, kendisini imtihan ettiğini anlamış;
“–Elif, be, te…” demiş. Köylüden yine; “–Bu da ilmin başı değildir.” cevabını almış.
Hoca; “–Besmele öyleyse!..” demiş.
Köylü; “–Besmele de ilmin başı değildir.” demiş.
Hoca; ” “Fâtiha…” “Sübhâneke…” ne dediyse olmamış.
Sonunda hoca âciz kalıp;
“–Ey köylü kardeş! Öyle ise bana ilmin başını öğret.” demiş. Bu sefer köylü gülmüş;
“–Otuz senede öğrenemediğin bir şeyi, ben nasıl olur da bir gecede sana öğretirim?!”
Hocaefendi peki!
“–Öğrenmem için ne yapmam gerekirse yaparım.” demiş.
 Köylü..
Benim sana ilmin başını öğretebilmem için bir sene benim yanımda kalman lâzım.” demiş.
Hoca; “–İnsaf et, beni bir sene burada oyalama, şunu bana öğretiver.” dediyse de; “–Hayır, otuz senede öğrenemediğin şeyi sana bir seneden az zamanda öğretemem demiş
Hoca, çaresiz kalıp sonunda;
“–Peki!” demiş.
Bu Köylü, sabah olunca;
“–Haydi bakalım, çarığı ayağına giy, küreği eline al. Tarlaya işe yürü!” demiş.
Deli Hüseyin Hoca bir yıl boyunca o kadar işte çalışmış,
 Bir yıl çalışmanın sonunda Hemen köylünün yanına varıp;
“–Haydi bakalım. İlmin başını bana anlat. Artık bu akşam tam bir sene oldu.” demiş. Köylünün;
“–Yarın sabah, seni yolcu ederken söylerim!” demesi üzerine;
“–Allah aşkına bu kadar kısa mı bu?” diye bağırmış. O da;
“–Evet, biraz kısacadır. Gerçi lâfzen kısa, fakat mânâ bakımından çok uzun, pek çok geniş bir meseledir.” cevabını vermiş.
Sabah olmuş, namazı kılmışlar, duâlar edilmiş, çorba içilmiş. 
Hocaefendi yaşlı köylüye dönerek hadi, Yolcu yoluna gerek 
“ ilmin başı ne imiş, onu öğret!” diye atılmış. Köylü birden ciddîleşmiş ve;
“–Hocaefendi,İLMÎN BAŞI SABIRDIR.” demiş. “Evet, ilmin başı sabırdır ve söyleyeceğim bu kadardır.”
Deli Hüseyin Hoca bu kısa kelimeyi duyunca iyice dellenmiş, hiddetlenmiş; «Ben sabır hakkında ne hadisler, ne âyetler bilirim! Kaç defa insanları sabra davet eden vaazlar, nasihatler ettim! 
Bunca yıldan sonra hiç yoktan ömrümden bir sene kaybettim!»
Hiç vicdanın, dînin, îmânın, insafın yok mu? 
Kelamlar edince yaşlı köylü bunun üzerine ona tane tane anlatmış:“–Evlâdım. Bana niçin kızıyorsun? Bir sene evvel, ben sana; «İlmin başı nedir?» dediğimde; «Sabırdır.» diyebildin mi? Diyemedin; «Öğret bana!» dedin. Ben, sana şartımı söyledim ve sen de kabul ettin. Zannetme ki ben İLMİN BAŞININ SABIR olduğunu sana şu anda sana ben öğretmiş vaziyetteyim.
Sana bunu öğretmem için benimde bir sene mi aldı bana neden kızarsın
Sabrın nasıl bir şey öğrenmek için her gün, her saat öğrettim. Sabrı, bizzat sana tattırdım. Senenin sonunda da SABIR denilen şeyin İLMÎN EN BAŞTA GELENİ ve şart olduğunu dilimlede  söyledim. Şu, bana karşı yaptığın hareket gösteriyor ki, sen otuz sene müddetle ilimleri hep kuru kuru öğrenmişsin. Yoksa, o ilimleri nefsinde tatbik etmemişsin.” 
Ben de sana ilin başının sabır olduğunu öğrettim bana neden kızıyorsun demiş ve onu evine, köyüne göndermiş.
Deli Hüseyin Hoca, köyüne doğru yola çıktı. Akşam ortalık karardıktan sonra köyüne vardı. Fakat aradan geçen 31 yıl geçmişti eminim penceresinden şöyle içeriye doğru bir göz attı.
Bir de ne görsün eşinin dizinde bir erkek vardı ve eşi onun saçını okşuyordu
O da kimdi?
Dikkatle bir daha baktı. Evet ailesi Fâtıma’yı iyice tanımıştı. Lâkin o; dizine bir delikanlıda kimdi neyin nesiydi?
Kan beynine sıçradı. Yoksa, Fâtıma’sı başka bir erkekle alâka mı kurmuştu?! 
Silahı çıkarttı içeriye doğrulttu ve gözünün önüne köylü adam akılla geldi bir sene çile çekerek öğrendiği ilmin başı, sabır geldi. Kendi kendine;
“Dur Deli Hüseyin, ne yapıyorsun? Sabır için, bir sene boyunca çekmediğin kalmadı. Biraz sabreyle!” dedi.
Silâhı beline sokup caminin yanındaki köy odasına vardı.
Biraz sorgu sual etti.Kiminin sağ, kiminin öldüğünü haber verdiler. Sonra lâfı kendisine getirip;
“–Burada bir Deli Hüseyin var idi.  ilim tahsiline gitmişti.” dediğinde onlar;
“–Evet, biz de böyle bir şey işittik, ama otuz senedir ondan hiçbir haber çıkmamış.” dediler, O zaman hemen;
“–O zâtın ailesi var mıydı?” dedi.
“–Tabiî vardı. Hâlen de hayatta. Zavallının çekmediği kalmadı. Meğer evlendikleri gece bu hanım bir oğlan çocuğuna hamile kalmış. Adam çekip gidince kadıncağız, ne zahmetlerle o biricik yavrusunu büyüttü onu okuttu imam etti
O şimdi köyümüzün imamıdır. Nerede ise birazdan namaza gelir dediler.
Hoca Hüseyin Efendi hâlden hâle giriyor, ilk düşündüklerine utanıyor, son anda sabrettiğine seviniyor, gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Neredeyse iffetli hanımının ve masum evlâdının kanına gireceğini düşündükçe ürperiyordu. 
O an, köylü mürşidini şükranla andı. Kendini tutamadı ona sabrın ne olduğunu bizzat tattıran mürşidin köyüne doğru dönüp;
“Yaşa be köylü! Yaşa be sultan! Yaşa be mübârek insan!..” diye yüksek sesle bağırmaya başladı. Köylüler iyice şaşırdılar, misafir gelen hocanın deli olduğuna hükmetmişlerdi.
Caminin imamı oğlu Mehmed’in geldiğini görünce
Deli Hüseyin baktı ki, az evvel sevgili Fâtıma’sının dizinde yatan nur yüzlü delikanlı bu idi. Ne kadar da yakışıklı idi. İmamete nasıl da yakışmıştı.
Hüseyin Hoca koştu, oğlunun boynuna sarıldı. Bağrına bastı ve köylülere dönerek, kendisinin buradan otuz bir sene evvel giden 
Deli Hüseyin benim diye avazı 
Çıktığı kadar bağırmaya başladı
Köylüler 
“Kusura bakma hocam! Deminki o bağırıp; «Yaşa be köylü! Yaşa be sultan!..» deyişinin hikmeti nedir? Hele şunu da bize bir anlat da merakımız ortadan kalksın. Doğrusunu istersen, öyle hareket etmen hepimizi meraklandırdınız .” dediler.
Hüseyin Hoca, başından geçeni tek tek anladıktan sonra: ben az kalsın biraz önce bir cinayet işleyecektim mürşidden öğrendiği sabır sayesinde bu iş beni engelledi.
Allâh’ın,benim önüme böyle bir mürşidi çıkararak hem evlât, hem de aile katili olmasından muhafaza buyurduğu için bin şükrettiğini söyledi.
Evet, ey kardeş, sabır; dînin ve aklın gerektirdiği şey üzerine nefsi tutmaktır. Sabır, müşkülleri çözmenin anahtarıdır. Cenâb-ı Hakk’ın tevfik ve inâyeti sabredenlerle beraberdir. 
Ey kardeş; Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’inde;“Allah, sabredenlerle beraberdir.” (el- Bakara, 153) buyuruyor. Ne büyük bir lütuf değil mi? O hâlde öfkeyi yenmek büyük bir başarı, bizim için Allâh’ın bir ikramıdır sabır.Bunu nimet bilmeli ve bu bir fırsattır bu fırsatı kaçırmamalıyız.