2020 YKS kapsamında yapılan TYT’nin Türkçe bölümünde yer alan bir soruda Mabel Matiz’in bir şarkı sözünün kullanılması ile başlayan tartışma ÖSYM Başkanı tarafından yapılan bir açıklama ile boyut değiştirdi. Kullanılan şarkı sözünün ve sorunun bilimsel bir eleştirisi yerine, sözün sahibinin tartışmanın odağında olduğu bu sürecin hepimizi kaygılandırması gerektiğini düşünmekteyiz.
İlk olarak, yaşanan bu durumun egemenin muteber görmediği toplumsal kesimlerin kamusal alanın dışına itilmeye ve kamusal alanda kendilerine ifade etmelerine izin verilmemeye çalışılmasının ciddi bir örneği olduğunun altının çizilmesi gerekmektedir. Darbe dönemlerinde, sakıncalı bulunan yazarların eserlerinin yasaklanması hala hafızalarımızda tazeliğini koruyor. Nazım’ın şiirlerini öğrencilerine okuduğu için soruşturulan öğretmenlerin olduğu bir ülkede, ÖSYM Başkanı’nın yaptığı açıklamanın üzerinden atlanmaması gerektiğinin farkındayız.
Gerici güç odaklarının, ellerinde bulundurdukları yayın organları aracılığıyla, sürdürdükleri hedef gösterme ve vesayet oluşturma çabası etnik kökeni, mezhebi, tercihleri, cinsel kimlikleri, yaşam biçimi ve düşünceleri kendilerinden farklı olan toplumsal kesimleri özel alana hapsetmeye ve görünür olmamalarını sağlamaya çalışmaktadır. Bu çaba, tek sesli ve tek renkli bir rejim yaratma gayretinin sonucudur. Kamusal alanda bulunabileceklerin ve kullanılabileceklerin dini referanslarla veya bunlar gerekçe gösterilerek belirlenmeye başlanmasının ne anlama geldiği açıktır. Bu durum yeni bir rejimin fiilen uygulanması anlamına gelmektedir.
İkinci önemli olan konu ise ÖSYM’nin durumudur. Bir kamu kurumu olarak ÖSYM tüm toplumsal kesimlere eşit mesafede olmayı ve toplumsal fayda üretmeyi esas almak durumundadır. Kamu kurumlarının faaliyetlerini belirleyen yasalar ve mevzuat dışında bir unsurun olması kabul edilemez. Ancak, ÖSYM Başkanı yaptığı açıklamada, kurum yönetiminin milli, manevi değerler ve toplumsal değer yargıları konusunda hassas olduğunun bilindiğinden söz etmektedir. Bu durumda, ÖSYM yönetimi karar alırken ve uygularken yasalara göre yapması gerekenleri değil, kendi değer yargılarını esas almaktadır. Yaşananlara bakıldığında, “ÖSYM’nin hazırladığı sınavların dinen veya değerler açısından da kontrol edilmesi bir sonraki aşama mı olacak?” sorusu akıllara geliyor. Bu durum bir hukuk devletinde kabul edilemez. Hiç kimse ÖSYM Başkanı gibi düşünmeye veya inanmaya zorlanamaz.
ÖSYM bir kamu kurumudur ve ÖSYM Başkanı burayı kamu kurumu gibi yönetmelidir. Kendisine bizlerin vergisinden ödenen maaş, görevini olması gerektiği gibi yapması içindir. Kendisine yasalarla verilen görev ve sorumluluklardan memnun değilse ve bunlar yerine kendi değerleri ve düşüncelerini kullanmak istiyorsa yapması gereken kamu kurumu yöneticiliğini bırakmaktır. ÖSYM Başkanı yaptığı bu talihsiz açıklamayı düzeltmeli ve bu kabul edilemez soruşturmayı durdurmalıdır.
Yaşananları münferit bir durum olarak kabul etmemek ve mutlaka itiraz etmek gerekmektedir. Toplumun tamamının tek bir kimliğe sıkıştırılmaya çalışılmasına karşı ısrarla çok sesli ve çok renkli yaşamı savunmaya devam edeceğiz. Toplumun değerleri sözünün arkasına saklanmaya çalışanlar bilsinler ki, bu topraklarda yaşayan halkların binlerce yılda biriktirdiği değerlere bugün sıkı sıkıya sarılıyoruz. Bu değerler bir arada yaşamdır, hoşgörüdür, kardeşliktir, barıştır, farklı olana saygıdır, özgürlüktür. Bu topraklar her koşulda özgürlüğü için bedel ödeyenlerin topraklarıdır. Bugün de bize dayatılmaya çalışılan tek tip yaşama sessiz kalmayacağız, haklarımız ve özgürlüklerimiz için mücadeleyi sürdüreceğiz.