Şimdiye kadar eğitimin kronikleşmiş sorunlarına eğilmeyip çoğunlukla makyaj niteliğinde düzenlemeler yapan Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenlerin ana sorunlarına ve onların çözümlerine odaklanmak yerine, bu sorunların etrafından dolanmaya devam etmektedir.
Neredeyse her geçen gün yurdun bir köşesinde öğretmene şiddet vakası başgösterirken, MEB bu konuya dair hekime şiddet konusunda uyguladığı gibi polisiye bir yöntem üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hekime şiddet olaylarını tek başına engelleyemeyen bu yöntemin, öğretmene şiddet olgusunu nasıl ortadan kaldıracağı ise meçhuldür.
Bakanlık, öğretmene şiddet utancına son vermek için önce bu sorunun azmettiricisinin bizzat kendisi olduğunu görmelidir.
Öğretmeni itibarsızlaştıran; toplumdaki yerini/ okuldaki işlevini her fırsatta küçültmeye çalışan politikalar, öğretmene şiddet vakalarının temelidir. Bugüne dek öğretmene şiddet olaylarının faillerinin ceza almaması da dolaylı teşvik niteliğinde olmuştur.
Polisiye önlemler bu konuda kısmi caydırıcılık sağlayacak olsa da, çözüm daha derinlerdedir. MEB, bu sorunu gerçekten çözmek istiyorsa önce bize kulak vermeli, bu konuda kendi yanlış politikalarını masaya yatırmalıdır.
Öte yandan öğretmenin yüz yüze kaldığı tek şiddet kaynağı da, veli ve öğrencilerin uyguladığı şiddet değildir. Ücretli, sözleşmeli, kadrolu diye ayrı ayrı kategorilere ayrılarak sömürülen öğretmenler, çoğunluğu hiçbir liyakat kriterini karşılamadığı halde "okul yöneticisi" yapılan insanların sözlü ve psikolojik şiddetine maruz kalmaktadır.
Öyle ki Ak Parti iktidarının eğitimciyi yok sayan, köleleştiren, güvencesizliğe mahkum eden bu politikaları, henüz çok yakın bir zamanda gencecik bir meslektaşımızı canından etmiştir. Gaziantep'te bir okulda daha iki ay önce göreve başlayan Türkçe öğretmeni Saadet Harmancı, henüz 25 yaşında hayata veda etmiştir. Meslektaşımız, intihar etmeden önce sosyal medya hesabından yazdığı "Ben yapamadım mobbinge uğramaktan. Her gün pamuk ipliğine bağlısınız sözünden bıktım usandım" notuyla, failleri parmağıyla göstermiştir.
Öğretmenimizin acı kaybı tekrar ortaya koymuştur ki; eğitimciye reva görülen bu statüsüzlük, art niyetli okul yöneticilerinin eline de koz vermekte ve binlerce öğretmenin hayatını zindana çevirmektedir.
MEB, eğitimin dinamosu, geleceğin mimarı olan öğretmenlerin maruz kaldığı şiddetin her türlüsüne gerçekten engel olmak istiyorsa, yıllardır yüksek sesle dile getirdiğimiz itirazlara kulak vermelidir. Öğretmenin ücretlisi, sözleşmelisi olmaz; öğretmen öğretmendir! Öğretmenlerin maruz kaldığı esnek ve güvencesiz çalışma dayatması ile ne eğitimdeki kalite artırılabilir ne de öğretmene şiddet engellenebilir.
Öğretmene sözlü ve psikolojik şiddeti, hiçbir hakkı olmadan ve keyfi şekilde uygulayan okul yöneticileri de bu sorunun diğer bir önemli ayağıdır. Yüzde 80'inden fazlası AKP'nin eksenindeki bir sendikanın üyeleri arasından seçilen okul yöneticileri sözlü şiddet, keyfi disiplin cezaları, haksız fişlemeler gibi insanlık dışı metotları hiç çekinmeden uygulamakta ve buna rağmen o koltuklarında oturmaya devam edebilmektedir.
Bu konudaki her haksız uygulama cezalandırılmadıkça ve yönetici atamalarında liyakat uygulanmadıkça, öğretmenin maruz kaldığı psikolojik şiddet de engellenmiş olmayacaktır.
Üstelik öğretmenlere yaşatılan cehennem bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Kendi yarattıkları ekonomik krize rağmen "itibardan tasarruf olmaz" diyerek her türlü şatafatı sürdürenler, öğretmeni açlık sınırında yaşamaya mahkum etmiştir.
Son bir yıl içinde neredeyse tüm gıda maddeleri yüzde 50, elektrik ve doğalgaz yüzde 60 zamlanmışken, sarı sendikanın iktidarla flörtünün sonucu olarak tüm kamu çalışanları gibi öğretmenlere de hakaret gibi bir zam yapılmıştır.
Neredeyse tümü borç batağında olan eğitimciler, gelirleri zaten çok düşükken ekonomik krizin faturasını ödeyen meslek grubu haline gelmiştir. Eğitimcinin anasının ak sütü gibi hakkı olan 3600 ek gösterge de, seçim vaatleri sıralarken dillerinden düşürmeyen yöneticiler tarafından şimdi anılmaz olmuştur.
Eğitim-İş olarak tekrar altını çiziyoruz: Öğretmenin maruz kaldığı fiziki şiddet, yaşadığı sıkıntının sadece görünen yüzüdür. Sefaletin kucağına itilen, yanlış politikalar sonucu toplumdaki statüsü düşürülen, haketmedikleri koltuklarda keyfi zorbalık yapan, okul yöneticilerinin zorbalığına terk edilen öğretmenlerin sorunları çözülmedikçe, doğru işleyen bir eğitim sistemi de ancak hayal olacaktır!
Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk'ün yeni nesilleri emanet edecek kadar güvendiği öğretmenleri, hayata sadece "pamuk ipliğiyle" bağlamak, ülkenin parlak bir gelecekle olan bağlarını koparmaktır.