85 yıl önce bugün, Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk sayesinde, Türkiye ve Dünya demokrasisi açısından çok önemli bir adım atılmıştır. Demokrasinin temel ilkesi olan her bireyin, cinsiyeti, rengi, dinine bakılmaksızın eşit şekilde temsil edilmesi kavramı için tarihsel bir reform yapılmıştır.
5 Aralık 1934 tarihi, Avrupa'daki pek çok ülkeden önce, Atatürk’ün kadınların siyasal, sosyal ve kültürel haklarda erkeklerle eşit haklara sahip olması için attığı önemli bir adımın, kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanındığı tarihtir. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 10. ve 11. maddeleri değiştirilerek kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmış ve 1 Mart 1935’te ilk kadın milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yerlerini almışlardır.
Bu büyük devrim, daha Cumhuriyet'i kurduğu ilk günden beri kadının toplumdaki yerini erkekle eşitlemek için çok önemli düzenlemeler yapan Atatürk'ün, bu vatana demokrasi hediyesidir.
Bugün kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin 85. yılını kutluyoruz. Bu yıldönümünü büyük bir gurur ama buruklukla karşılıyoruz.
Daha yeni kurulmuş bir Cumhuriyet iken kadınlar için çağın ötesinde reformların yapıldığı ülkemizde ne yazık ki kadınların konumu, eğitimde, sağlıkta, iş yaşamında, sosyal hayatta hala olması gereken yerin gerisindedir. Üstelik birçok Avrupa ülkesinden daha önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilen ülkemizde, ne yazık ki bu hak tam anlamıyla fiiliyata geçememiştir. Bunun en önemli göstergelerinden birisi TBMM'deki kadın vekillerin azlığıdır. Türkiye nüfusunun yüzde 50’sini oluşturan kadınların yetki paylaşımı ve karar alma süreçlerine katılımı büyük önem taşımaktadır. Ancak kadınların siyasetteki “görünmezliği”, hem Meclis’te hem de yerel yönetimlerde kadın sorunlarını görmezden gelen politikaların üretilmesine neden olmaktadır.
Genç bir Cumhuriyet iken kadınlar için yaptığı reformlarla tüm Avrupa'ya dudak ısırtan ülkemiz, erkek egemen kültürün devlet eliyle pekiştirilmesi, toplumda gericiliğin yükseltilmesi, kadını eşit bir birey olarak değil "erkeğin emaneti" olarak gören hadsiz bürokratların bu çağdışı zırvaları rutin aralıklarla fetva vermesi, kadına şiddete yönelik düzgün bir politika geliştirilmemesi nedeniyle bugün birçok dünya ülkesinin gerisinde kalmıştır.
Oysa çağdaş Türk kadının siyaset içindeki varlığı, Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin korunması, tam anlamıyla bir demokrasi anlayışının bütün kurum ve kurallarıyla birlikte yerleşmesi bağlamında son derece önemlidir. Ancak uygulamada Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, kadınların erkekle birlikte temsil edildiği özel ve kamusal alandaki yerlerine ilişkin olarak, gereken sosyal yapısal dönüşümlerin henüz tam anlamıyla yaygınlaşmadığı ortadadır.
Demokratik bir ülkede yaşamak isteyen herkes bilmelidir ki bu konuda mücadele etmesi gereken tek kesim kadınlar değildir. Bu bir demokrasi mücadelesidir. Bu konuda kadınlar mücadeleleriyle kazanımlar elde etmekte, ilerici kamuoyu yanlış politikalara gösterdiği tepkilerle çağdışı uygulamaların bir kısmını engellese de bu toplumun her kesiminin katılması gereken bir mücadeledir.
Karar vericileri, şu anda gücü elinde tutanları, toplumun cahil bırakılan kesiminden oy almak için gerici politikalara "din" ya da "ahlak" adı altında sarılanları, demokrasinin inşasına mecbur bırakacak güç, ulusumuzun Atatürk'ten aldığı mirastır. Bu elbette uzun soluklu bir mücadeledir. Unutulmamalı ki: cehalet, aydınlık mücadelemizle elbet yok edilecektir!