ÖZEL HABER

Selman Altaş Anlattı, Yapay Zeka Çizdi

Ordu, Karadeniz’in gözbebeği… Doğasıyla büyüleyen, potansiyeliyle heyecan uyandıran bir şehir. Biz de bu potansiyeli ve Ordu’nun geleceğe dair rotasını konuşmak üzere AK Parti Ordu İl Başkanı Selman Altaş ile bir araya geldik.

Selman Altaş Anlattı, Yapay Zeka Çizdi
Abone Ol

Ordu, Karadeniz’in gözbebeği… Doğasıyla büyüleyen, potansiyeliyle heyecan uyandıran bir şehir. Biz de bu potansiyeli ve Ordu’nun geleceğe dair rotasını konuşmak üzere AK Parti Ordu İl Başkanı Selman Altaş ile bir araya geldik. Kendisine, “Bir Ordu portresi çizseniz nasıl olurdu?” diye sorduk. Cevapları sadece bir şehir tasviri değil, aynı zamanda güçlü bir vizyonun, kararlılıkla atılan adımların ve Ordu’ya duyulan derin sevginin yansımasıydı.

Selman Altaş’ın gözünde Ordu; yeşiliyle büyüleyen, deniziyle ferahlatan, kültürüyle kök salan ama aynı zamanda yeniliğe açık, enerjik ve geleceğe yürüyen bir karakter. Ordu’yu bir insan gibi hayal etseydik nasıl olurdu sorusuna verdiği yanıtlar, genç bir delikanlının dinamizmini taşıyan ama bilgelikle hareket eden bir şehir imajını ortaya koydu.

Bu anlatım sadece sözde kalmadı. Altaş’ın ifadeleri yapay zekaya yüklendi ve “Ordu bir karakter olsaydı nasıl görünürdü?” sorusuna görsel bir yanıt arandı. Ortaya çıkan görseller, beyaz pancar turşusu ve fındığın aynı karede buluştuğu, ışıl ışıl bir akşamüstüyle derenin denizle kavuştuğu, doğayla iç içe ama modern adımları da barındıran bir şehir tablosu oldu. Boztepe’den bakıldığında görülen yeşillikler, teleferikle bütünleşen şehir manzarası ve geleceğe dönük bir yüz, Altaş’ın tarif ettiği vizyonun görsel karşılığı olarak belirdi.

Selman Altaş’ın anlattığı Ordu, sadece bugünün değil, yarının da hikayesini içinde taşıyor. Bu özel röportajda bir şehrin ruhuna, potansiyeline ve geleceğe dair umut dolu bir bakışa tanıklık edeceksiniz.

Ordu’yu Bir İnsan Gibi Hayal Etsek?

Ordu bir insan karakteri olsa, sizce nasıl bir karaktere sahip olurdu? Hangi kelimelerle tanımlarsınız?

Ordu bir insan olsaydı, sakin ama kendinden emin bir karaktere sahip olurdu. Hayatın içinde sade bir yer edinmiş, köklerine bağlı ama yüzünü geleceğe çevirmiş biri… Görünürde mütevazı, ama içinde derin bir özgüven taşıyan. Geçimini fındıktan sağlayan elleri çalışkandır, emeği bilir, yorulmayı dert etmez. Ama aynı zamanda yaşamın keyfini de sürmekten geri durmaz. Küçük lüksleri sever, hayatı sadece çalışmakla değil, yaşamakla da anlamlı kılar.

Ben üniversite yıllarımı İzmir’de geçirdim. Büyük şehirde öğrendiğim rahatlık ve sosyal denge duygusuyla Ordu’ya döndüğümde şehirdeki değişimi açıkça gördüm. Bir zamanlar taşra olarak tanımlanan Ordu, bugün daha özgür, daha modern ve daha kendine güvenen bir yapıya sahip. İnsanları daha rahat, daha paylaşımcı ve empatiye açık. Yardıma ihtiyacı olanı fark eder, geri durmaz. Sessizce ama kararlılıkla elini uzatır.

Kısacası Ordu, geçmişin değerlerini kaybetmeden gelişmeyi bilen, yaşamı hem ciddiyetle hem de keyifle sürdüren biri olurdu. Bugün geldiği yer, sadece bir kentin değil, bir karakterin de dönüşümüdür.

Ordu sizin için genç bir delikanlı mı, olgun bir bilge mi, yoksa neşeli bir çocuk mu?

Ordu benim gözümde genç bir delikanlı. Ergenlik döneminde biraz bocalamış, ne olmak istediğini aramış ama artık ne yaptığını bilen, kendine güvenen bir genç. Şu an kendi ayakları üzerinde durmaya başlamış bir dönemde. Türkiye'nin diğer illeriyle kıyaslandığında, günden güne daha sağlam bir konum kazanıyor.

Altyapı yatırımları, şehir hastanesi, çevre yolu ve Akdeniz-Karadeniz yolu gibi projeler, Ordu’nun potansiyelini ortaya çıkaracak adımlar. Küresel ve bölgesel gelişmelerin ardından – örneğin Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesi gibi – Ordu’nun jeopolitik ve ekonomik önemi daha da artacak.

Eğer Ordu bir çocuk olsaydı, belki bu fırsatları kaçırırdı. Ama bugün geldiği noktada bu fırsatları görebilecek, değerlendirebilecek bir bilinç ve olgunluk var. Geleceğe dair büyük bir potansiyel taşıyor. Henüz yolun başında ama doğru adımlarla ilerlerse, sadece Karadeniz’in değil, Türkiye’nin öne çıkan şehirlerinden biri haline gelecek.

Peki Ordu’nun ruhu bir şarkı olsaydı hangi türden olurdu? Türkü mü, horon mu, klasik bir senfoni mi?

Ordu’nun ruhu bir şarkı olsaydı, kuşkusuz bir türkü olurdu. Ama öyle sıradan bir türkü değil; direnişi, kararlılığı ve sevdayı içinde barındıran güçlü bir ezgi. “Ordu’nun Dereleri” tam da bu ruhu yansıtıyor. Hem melodisiyle yürekten, hem sözleriyle inatçı. “Ordu’nun dereleri aksa yukarı, vermem seni ellere” derken aslında bir kimlik ortaya koyuyor. Bu yalnızca bir sevda değil, aynı zamanda aidiyetin, sahiplenmenin ve kararlılığın ifadesi.

Ordu insanı da böyledir. Bildiğini okur ama yersiz değil, inandığı doğrular uğruna hareket eder. Dışarıdan bakıldığında sakin görünse de, içinde güçlü bir karakter barındırır. Kendini kolay kolay teslim etmez, değerlerinden vazgeçmez.

Bu yönüyle, Ordu’nun ruhu bir senfoni kadar düzenli ya da bir horon kadar coşkulu olmayabilir ama bir türkü gibi içtendir, gerçektir ve iz bırakır. Çünkü bu şehir, doğasıyla olduğu kadar insanıyla da dirençli ve sahicidir. Geçmişini unutmadan yol alır, duygusunu saklamadan ilerler.

Sizce Ordu, romantik bir gece mi yoksa enerjik bir gündüz mü?

Ordu’yu bu iki uçtan birine yerleştirmek zor. Ne tamamen romantik bir gece, ne de yoğun tempolu bir gündüz... Ama tam anlamıyla güven veren, huzur dolu bir akşam havası var Ordu’da. Gündoğumu ve günbatımı arasında bir yerde, sakin ama kendinden emin bir şehir.

Romantik bir geceden ziyade, insanına huzur veren bir akşam şehridir Ordu. Özellikle kadınların ve gençlerin geceleri gönül rahatlığıyla dışarı çıkabildiği, sokaklarının güvenle yürünebildiği nadir şehirlerden biri. Bu, Ordu’nun en kıymetli yönlerinden biri aslında. Çünkü güven, romantizmden çok daha derin bir değer katar şehre. Hatta ben hep söylerim “ biz dilencimizi bile tanırız” derim ve bunu derken, o toplumsal hafızaya, birlik duygusuna ve karşılıklı saygıya vurgu yapıyorum.

Gündüzleri ise, yüzeyde çok büyük bir hareketlilik görünmese de, aslında herkes kendi ritminde yaşıyor. Özellikle fındık mevsimi geldiğinde şehir bambaşka bir enerjiye bürünüyor. Sanki tüm yılın birikmiş enerjisi o dönemde açığa çıkıyor. Ordu’nun gündüzleri belki yüksek tempolu değil ama üretken, verimli ve doğayla uyumlu.

Yani Ordu, uçlarda yaşamaz. Dengede, iç huzurda ve sadelikte bulur kimliğini. Ne gecesi masalsı bir romantizmle doludur, ne de gündüzü metropol yoğunluğuyla… Ama her anında güven, saygı ve doğallık vardır. Ve bence bugünün dünyasında en değerli şey bu.

Peki, Ordu bir duyguyu temsil etse, bu aşk mı olurdu, gurur mu olurdu?

Ordu bir duyguyu temsil etse, bu kesinlikle gurur olurdu. Ama öyle gösterişli ya da kibirli bir gurur değil; kendinden emin, sessiz ama derin bir gurur… Kendi değerinin farkında olan bir şehir gururu. Ordu’nun insanında bu duygu çok net hissedilir. Nerede olursa olsun, ister askerde, ister üniversite sıralarında ya da farklı şehirlerde çalışırken… Ordulu olduğunu söylemekten çekinmez, aksine anlatmaktan gurur duyar.

Bu gurur, sadece doğup büyüdüğü yere bağlılık değil, aynı zamanda Ordu’nun doğasına, kültürüne, insan kalitesine, emeğine ve huzuruna duyulan bir saygının ifadesi. Çünkü Ordulu bilir ki bu şehir kıymetlidir. Dağını, denizini, fındığını, insanını tanıyan herkes, bu kıymeti gördüğünde bir adım geri çekilir ve saygı duyar. İşte bu, Ordu’nun sessiz ama etkili gücüdür.

Aşk geçici bir coşku olabilir, ama gurur köklüdür. Zamana dayanır, yaşanmışlıklarla büyür. Ordu’nun gururu da tam olarak böyledir. İçine kapanmadan, dışa taşmadan, olduğu gibi... Bu yüzden gurur, Ordu’ya sadece yakışmakla kalmaz, onu tanımlayan en doğru duygudur.

Ordu bir mevsim olsa, sonbahar nostaljisi mi, ilkbahar tazeliği mi olurdu?

Ordu bir mevsim olsaydı, kesinlikle sonbahar olurdu. Ama hüzünle değil zenginliğiyle, derinliğiyle, olgunluğuyla... Çünkü sonbahar, sadece bir mevsim değil bir içsel doygunluk. Ordu’nun da doğası, insanı, geçmişi ve kültürü bu doygunluğu yansıtıyor.

Bu şehirde sonbahar, görsel bir şölen gibi. Sahil boyunca uzanan sisli manzaralar, yükseklerdeki yaylalarda sarıya, kahverengiye, kızıla dönen ağaçlar... Ulugöl’deki yansımalar, Boztepe’den bakınca sisin altında kaybolan şehir silueti, Aybastı’daki doğa dengesi… Bunların hepsi sonbaharı Ordu’ya ait kılıyor sanki. Her köşe ayrı bir tablo gibi. Her tonun yaşandığı, her duygunun hissedildiği bir geçiş mevsimi.

İlkbahar gibi yenilik ve canlılık vardır elbette Ordu’da ama bu şehir ilkbaharın coşkusundan çok, sonbaharın farkındalığını taşıyor. Göz kamaştıran değil, içe işleyen bir güzellik sunuyor. Sakin ama güçlü, derin ama gösterişsiz…

Ordu bir renk olsa, Karadeniz’in mavisi mi, yaylaların yeşili mi, sisin grisi mi olurdu?

Ordu bir renk olsaydı, hiç şüphesiz yaylaların yeşili olurdu. Çünkü bu şehrin ruhu doğasında saklı, ve o doğa da yeşilin en canlı, en derin, en huzurlu tonlarında hayat buluyor.

Karadeniz’in mavisi, evet, güçlüdür ama aynı zamanda serttir, gri sisler, zaman zaman şehrin üstüne çöker ama geçicidir. Oysa yeşil, Ordu’nun kimliğidir. Adı üstünde ‘Oksijen Diyarı’ Ordu, önce doğasıyla tanıtılır, sonra deniziyle. Çünkü bu şehir kendini toprağında, ormanında, yaylalarında tanımlar.

Bir balıkçılık teknolojileri mühendisi olarak suya ve denize aşina bir gözle bile, Ordu’nun gerçek temsil renginin yeşil olduğunu söylemek istiyorum.

Ordu bir kitap olsa, hangi türde olurdu? Tarih mi, roman mı?

Ordu bir kitap olsaydı, kesinlikle roman olurdu.

Ama sıradan, tek boyutlu bir roman değil. İçinde hayatın her rengini barındıran, sayfaları çevirdikçe sizi içine çeken bir roman. Çünkü Ordu’nun karakteri, tek bir konuya sığmaz.

-Peki siz yazsaydınız bu romanı ?

Eğer bu romanı ben yazsaydım, polisiye olurdu. Çünkü Ordu'nun kendi içinde çözülmeyi bekleyen birçok hikayesi var. Sessiz ama dikkatli bir okuyucuya, çok şey anlatan bir şehir. Her köşesinde yeni bir ayrıntı, her insanında ayrı bir iz var.

Sizce Ordu, gelecekte nasıl bir karaktere dönüşecek? Daha hızlı ve modern bir şehir mi, yoksa doğasına sahip çıkan dingin bir şehir mi?

Bu iki değeri birlikte taşıyabilecek potansiyele sahip nadir şehirlerden biriyiz. Çünkü Ordu'da yeşile, doğaya, çevreye karşı ciddi bir duyarlılık var. Bu konuda halkın korumacı bir yaklaşımı var. Doğal doku bizim için sadece bir manzara değil, kimliğimizin parçası.

Ama aynı zamanda gelişime de açık bir şehiriz. Yeni yatırımlar, şehir hastanesi gibi projeler, ulaşım ağlarının genişlemesi... Tüm bunlar Ordu’nun dünyadaki modernleşme eğilimlerini takip ettiğini gösteriyor.

Kısacası Ordu, gelecekte doğal güzelliklerinden ödün vermeden, çağın gerekliliklerini yerine getiren, hem huzurlu hem de dinamik bir şehir olarak öne çıkacak.

Sizce Ordu'nun insanları hangi ortak noktada buluşuyor?

(Gülerek)Fındık…

Ordu'da hayatın her yönü, her plan, her etkinlik fındıkla bağlantılıdır. Fındık, yalnızca bir geçim kaynağı değil toplumsal yapıyı birleştiren görünmeyen bir bağ.

Düğünler fındık sezonuna göre planlanır, işlerin zamanlaması fındık hasadına göre şekillenir. Maalesef zirai don gibi zorluklar yaşadığımızda bile, insanlar ortak bir akıl etrafında toplanıyor, ne olacak, nasıl çözülür diye düşünüyor. Çünkü herkes biliyor ki, fındık Ordu'nun nabzı.

Fındık, görünmeyen bir tutkal gibi şehrin insanlarını bir arada tutuyor. Şehirdeki her hareketlilik, her sosyal etkinlik, her ekonomik dalga, fındığın zamanlamasına ve durumuna bağlıdır. Dolayısıyla, Ordu'da fındık sadece bir tarım ürünü değil, ortak bir payda. Hem ekonomik hem de sosyal yapının kalbi.

Ordu’nun sesini bir kelime ile anlatsanız o ses ne olurdu?

Ordu’nun sesi, derelerin şırıltısı olurdu.

Ordu denildiğinde damağınızda hangi tat beliriyor?

Turşu…

Özellikle gurbette yaşayanlar, yayla dürmesi turşusunun o özel tadını hep özler. Taşıması zor olsa da (Gülerek) Kokusundan dolayı … Ama bu lezzet, Ordu’nun kendine has dokusunu damaklarda hissettiriyor.

Ordulu vatandaşlara yıllar sonra okuyacakları bir mektup yazsanız, neler olurdu içinde?

Hayatın nereye götüreceği her zaman belirsizdir. İnsanlar kendi planlarını yapar, hayata dair hayaller kurar, ancak bazen hayat bize beklediğimizin tam tersi bir yön gösterir. Bu durumda önemli olan, ne olursa olsun ayakta durmayı başarmaktır.

Benim hayatımda da böyle anlar oldu. Mutlu bir evliliğim vardı, ama eşimi erken kaybettim. Babamla çok güzel bir diyaloğumuz vardı, ama bir gün birdenbire onu kaybettik. Bu kayıplar, yıllar sonrasına dair kurguladığımız tüm hayalleri alt üst etti. Birlikte çocuklarımızı büyütmeyi, torunlarımızı görmeyi hayal etmiştik. Ama hayat, biz planlarımızı yaparken başka bir yön aldı.

Bu yüzden, yıllar sonra bile, geleceğe dair kesin bir şey söylemek mümkün değil. Her şeyin bir hesabı var ve bu hesap bizler için bilinmez. Önemli olan, bu belirsizliği kabul etmek ve teslimiyetle ilerlemek. Unutmayın, hayatınızdaki her şey, iyisiyle kötüsüyle bir sınavdır. Bunu kabul edip, her durumda şükrederek yolunuza devam edebilmeniz çok değerli.

Zamanın kıymetini bilmek ve her anı dolu dolu yaşamak gerekir. Geleceğe dair kurgular yapmak, bir saat sonrasını dahi kesin olarak öngörebilmek imkansızdır. O yüzden her anı değerlendirirken, şükürle devam etmek başarıyı getirecektir.

Hayatın ne getireceğini bilmesek de, önemli olan bu yolculukta şükretmek, güçlü kalmak ve sabırla ilerlemek.

Bizimle ve okuyucularımızla kıymetli vaktinizi ve hayal gücünüzü paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim. Benim için de oldukça keyifli ve yeni bir tecrübeydi. Bu tarz çalışmaların, şehrimizin tanıtımı ve geleceğe dair vizyonunun daha iyi anlaşılması açısından çok değerli olduğunu düşünüyorum. Keyifli okumalar diliyorum.