Yazacaklarımız biraz özel gibi ama genele bakan yanları var. Bunları not düşmek adına yazıyoruz. Çünkü toplum, yazacağımız bu fotoğraflardan günbegün daha bir uzaklaşıyor. Hem de çok hızlı. O kadar ki geriye bakmak aklına gelmediği gibi, bakmaya vakti de yok. Öylesine bir seyir mevzûbahis.
HIZLI GİDİŞLER, MEÇHUL VARIŞLAR!
Nereye mi? O da meçhul. Zîrâ değişim de hızlı. Okyanustaki bir gemi misâli fark edilmeden sessizce akıp gidişler yok artık. O, tekdüze yaşayış devirleri geçti. Şimdikiler çok debili gibi, ayrıca coşkuyla bağlantılı olarak oldukça çalkantılı. Bu meyânda, ne ileriye ne de geriye bakma lüksünüz var! Dolayısıyla âna odaklı, devrilmeden ya da savrulmadan dikine durabilmenin mücadelesiyle geçiyor hayatlar...
OF, TRABZON; HOOP AKYAZI...
Neyse konuya girelim. Yine bir hafta sonu; Cumartesi Akyazı Mahallesi’ndeyiz. Taşınma hazırlıkları. Bacanağımın biri, 20 yılı aşkındır görev yaptığı Of ve Trabzon’dan sonra bu yaz Ordu’ya tâyin istediler ve gerçekleşti. Şimdi, yarı merak, yarı yardımcı olmak adına hep ordayız. Pazartesi Trabzon’dan göç geleceği için öncesinde usta var ve evde genel bir bakım yapılıyor.
BİZ YEDİ, SİZ SEKİZ; ONLAR DOKUZ!
Gelgelelim biz, her iki taraftan da kalabalık bir âileyiz. Çocuklarla torunlar da var, hep berâber içeri dolunca bizimkiler ustalara demişler ki;
Biz biraz kalabalığız, kusura bakmayın, size mâni olmadan biz de bir yandan temizlik yapacağız!
Abla (demiş birisi) biz kalabalığa alışığız. Sıkıntı yok!
Öyle mi, kaç kardeşsiniz?
Sekiz.
Biz dokuzuz!
GÜLLÜ ile MUSTAFA BAYAZIT
Gerçekten bizimkiler 9 kardeşler. Ölenler de var. Bunlardan biri buraya taşınacak olanın ikizi. O da kız. Kaynanam diyor ki,
O benim âhretliğim; ötede beni karşılayacak!
Âhiretlik bundan ibâret değil; bir de Mustafa Beyazıt diye bir çocuktan bahsediyorlardı. Sizin anlayacağınız; toplamda 10’dan fazla. Hem de bir batında.
KALABALIK ÂİLE, MUTLU ÇOCUKLAR…
Sizce gelecekte de böyle muhabbetler olacak mı toplumda? Şimdi 1 ya da 2, bilemedin 3! Fakiri de öyle zengini de. 4 ve 5 nâdirattan.
Biz çocuklarımızı şanslı sayıyoruz. 5 teyzeleri, 3 de dayıları var. Beride, 5 halaları, bir de amcaları. Şimdikiler teyzesi, halasız, dayısız, amcasız. Nereye bu gidiş? Nüfus çoğalıyor, insan yalnızlaşıyor ve de dünya ıssızlaşıyor! Sizlerce de öyle değil mi?
FATSA’YA İLGİ ORDU’SU…
Dememiz o ki, kalabalık âile bir zenginlik. Nitekim önceki sene ailece bir pandemi yaşadık, bu yaz da Temmuz ortası Bayram’ın peşinden bir araba kazası. Duyan, Fatsa Devlet Hastanesi’ne doluştu; kardeşler ve akrabalar, dostlar, arkadaşlar. Nöbet tutan. Bir şekilde ilgilenen, bir şeyler yapmaya çalışan. Kaç gün sabahlara kadar ilgi trafiği eksik olmadı.
Oradan Ordu’ya evimize gelince tedâvi sürecinde özel yemekler, çorbalar, ikramlar yağdırdı kardeşler, komşular, dostlar… Tedaviye eli yakışanlar birebir ilgilendiler.
MEĞER ANNEM NELER DOĞURMUŞ!
Bunları şunun için anlatıyoruz; hanımın sözleri ilginçti;
Annemi -biraz da milletin etkisinde kalarak zaman zaman- kınıyorduk; “NE BOYNA DOĞURUP DURUYOR?” diye. Meğer annem onları birer melek doğurmuş!…
Aralarında anlaşma, uyum, muhabbet olduğu sürece bu tür şeyler gerçekten büyük bir güzellik ve de zenginlik. Rabbimiz kimselerin ağız tadlarını bozmasın, güzel geçim, bol dostluklar, bereketli ünsiyetler, sıcak muhabbetler nasip eylesin… Âmin…
GÜZEL AMASRA, ACI GERÇEK!
Bu arada, dün akşam Bartın-Amasra’dan gelen haber içimize bir kor gibi düşmüştü. Bu gün cenâzeler topağa veriliyor. Bir yandan da acı hikâyeler gün yüzüne çıkıyor. Hepsi de birbirinden dramatik. Yürek yakan hikâyeler, hikâye değil gerçekler! Anadolu çocukları. Hepsi de genç ve belli ki gariban. Hani ne derler; sözün bittiği yerdeyiz. Yalnız Efendimiz SAV in mübârek sözünde teselli:
-----ŞEHİTLER BEŞ KISIM-----
"Şehitler 5 kısımdır: 1. Bulaşıcı hastalığa yakalanan, 2. İshale tutulan, 3. Suda boğulan, 4. Göçük altında kalan 5. Allah yolunda savaşırken şehit olanlar." (Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Sayıları 40’ı aşan şehitlerimize Cenâb-ı Mevlâ’dan engin rahmet dilerken körpe çocuklarına, eşlerine, anne-baba ve yakınlarına sabr-ı cemîller niyâz ediyoruz. Rabbimiz onları, Habibinin müjdesine erip komşuluğunda hep berâber buluşanlardan eylesin.
EFENDİMİZ (SAV)İN DUÂSI:
Bu mevzuyu sıcağı sıcağına, yine Efendimiz SAV den bir Hadis-i Şerif’i, dilden düşürmememiz gereken bir duâ olarak buraya almak suretiyle bağlayalım:
(Allah’ım! İhtiyarlığın düşkünlüğünden, yüksek yerden düşmekten, yıkıntı altında kalmaktan, gam ve kederden, yangından, suda boğulmaktan Sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın gelip beni aldatmasından, Senin yolunda savaşırken düşmandan kaçarken öldürülmekten ve zehirli hayvanların sokmasıyla ölmekten Sana sığınırım.) (Ebû Dâvûd, Müsned)
YANAN KAPSÜLLER, ŞÜKÜRSÜZ MAHSÜLLER!
Özet geçmek adına Pazarı kısa kesmeye çalışalım. İsmail Bey Bacanak’la Arpaköy’e gidiyoruz. Yollar çok güzel. Evler-barklar, bahçeler özenli. Bir zaman sonra, yarısından fazlası asfaltın üstünde kenarda bir kül yığınına denk geliyoruz; hâlâ tütüyor:
Bacanak, görüyor musun, fındık kapsülünü nasıl yakıyorlar?!
Ne oldum delisiler, n’olacak? Ne yapacaklarını şaşırdılar. Bahçeye doğru kakışlasalar da orada toprağa karışsa olmaz sanki. Bir adet çıkardılar! Anız yakar gibi…
Hey gidi günler. Biz yükleri atlarla ta buralara taşıyorduk. Araba yolu yoktu Arpaköy’de. Babam çarşıya atla gidip gelirdi. Suları ta nerelerden taşırdık. Şimdi her şey kapıda. Millet şimdi keyfinden işine gelmeyeni yakıyor…
“HAYVAN AÇLIKTAN, İNSAN TOKLUKTAN!”
Çok doğru bacanak. Bu da bir hoyratlık. Nîmet kadri bilmeme. Şımarıklık. Millet bâzı konuşurken öyle şikâyet ediyor ki fındığı da yakacak zannediyorsun. Nedir bu nankörlük, şükürsüzlük, savurganlık. Bu düpedüz hadsizlik! Dünyâya hiç mi bakmıyorlar?
Tevekkeli dememişler; “HAYVAN AÇLIKTAN AZAR, İNSAN TOKLUKTAN!” diye! Gûyâ artık Allâh’ın verdiği fazlalıklara ihtiyaçları yok adamların! Senin yoksa bir başkasına ver ya da başka şekilde değerlendir! Ama nerde; adam zengin ya, kimsenin kardeşliğine, dostluğuna da ihtiyâcı yok! Netîcede, ateşten yaratılan şeytan misâli bir kibir tezâhürü olarak; atıp gidiyor, ateşleyip geçiyor! Bu gidişle kendisini yakacak, haberi yok. Başkalarını öldürenlerin kendi öleceklerini düşün(e)memeleri gibi…
DELİKKAYA, ÇAKA, MEŞÂYIH…
Neyse, bacanakla onların elma, armut vs. meyvelerini dolaştık, sonra da bizim Eymür’e geçtik. Orayı da şöyle bir kolaçan ettikten sonra, Delikkaya üzerinden geldiğimiz yolu Meşâyıh üzerinden döndük.
Bizim bacanak nerde olsa cemaati kaçırmaz mâşâllah. İkindiye mahallelerindeki Çaka Câmii’ne geçmiştik. Melih ATEŞ Hoca’yı da görmüş olduk. Emekli Müftümüz Tâceddin SEVİNÇ Hoca da câmideydi. Zâten câmiin yapılmasına önayak olan da oydu. Çok isâbet etmiş. Köylerde, 5 vakit cemaatsiz kalmayan nâdir câmilerden biri bu…
YERİN ALTI, YURDUN ÜSTÜ…
Müftü Hocamızın namazdan sonra anlattığı Üsküdarlı bir hâtırayı da bir başka yazıya bırakarak bu günkü sözümüzü bağlıyor; Bartın-Amasra olayından ibret alarak ölümün âni olduğunu unutmadan ve hiç olmazsa bu meyânda,
“Biz en azından yeryüzündeyiz”
Diyerek, şükür kelimesini telâffuz etmek sûretiyle hayat imtihanını başarma derdi ve cehdinde olduğumuzu göstermeye Mevlâmızın bizleri muvaffak kılması niyâzıyla cümleye sevgiler-saygılar wes’selâm…