“İlkemiz önce ülkemiz” parolasıyla, başta devletimizin birliği ve bütünlüğü; milletimizin kardeşlik, huzur ve mutluluğu olmak üzere “Dik baş, tok karın, mutlu yarın” diyerek kamu görevlilerimizin hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi için mücadele ediyoruz.
Türkiye Kamu-Sen olarak mücadelemizin, Devletimizin kuruluş felsefesine uygun bir biçimde, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için olduğunu özellikle vurgulamak isteriz. Bizler, ekmek kavgasının kutsallığına inanırız. Helal kazanç sağlarken hayatını kaybedenlerin şehitlik mertebesinde değerlendirilmesi de emeğin mübarek bir değer olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle, alın terini akıtıp, evine ekmek götürme telaşında olan çalışanlarımızın, hak ettiği saygıyı görmesi ve emeğinin karşılığını alması gerekmektedir. Çalışanın hakkını alması için verdiğimiz mücadelede, sesimizin daha gür çıkması, sorunlarımızın gündeme getirilmesi ve çözüm yollarının bulunması konusunda 1 Mayıs’ı bir fırsat olarak görüyoruz. Ülkenin toplam gelirinden, herkesin adil miktarda pay alamaması, paylaşım sırasında belli grup ya da kişilerin kollanması, gelir dağılımının bozulmasına, haksızlığa ve yersiz zenginleşmeye neden olmaktadır. Haksız kazanç ve yersiz zenginleşmenin sonucunda; açlık ve yoksulluk tehlikesiyle baş başa kalan ve çalıştığı halde geçimini sağlayamayan bir toplum ortaya çıkar. Ne yazık ki günümüzde çalışmak, düşük ücretler nedeniyle artık yoksulluğu önlemeye yeterli gelir sağlamamaktadır. Hiçbirimiz çalıştığı, çabaladığı halde yoksul olmak istemeyiz. Kimsenin emeğinin sömürülmesine göz yumamayız. Bu noktada ortak çıkarlarımızı korumak için bir araya gelerek, güç birliği yapmamız zorunlu hale gelir. Bu nedenledir ki 1 Mayıs’ın; emeğinden başka sermayesi olmayan çalışan, işsiz, yoksul, esnaf ve ev hanımlarının bir araya gelerek hakları için seslerini yükselttiği ve güç birliği yaptığı gün olması gerektiğine inanıyoruz. Geçtiğimiz yıl milli mücadelemizin başlangıcının 100. yılı olması münasebetiyle 1 Mayıs’ı milli mücadelemizin başlangıç noktası, Samsun’da büyük bir katılımla ve coşkuyla kutlamış, milli birlik, milli egemenlik, milli devlet ve milli sendika için her alanda yeniden milli bir mücadele başlattığımızı ifade etmiştik. Bu yıl da 23 Nisan 1920’de elde ettiğimiz milli egemenliğimizin 100. yılını kutlamanın coşkusu ve gururu içindeyiz. Ne yazık ki, küresel salgın nedeniyle bu coşkumuzu alanlara, sokaklara, işyerlerine taşıyamıyoruz. İçinden geçmekte olduğumuz bu zor günlerde, hayatımızın normal akışında seyretmesi işçisinden memuruna, zanaatkarından esnafına kadar her şart altında fedakârca emek harcayan çalışanlarımız vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Bugün salgına karşı en büyük gücümüz, başta sağlık çalışanlarımız olmak üzere bütün kamu görevlilerimizin ve çalışanlarımızın fedakâr hizmetleridir. Hepimizin sağlık kaygısı nedeniyle evlerine kapandığı şu günlerde devletimizin posta, zabıta, belediye, itfaiye, güvenlik, ulaşım, vergi, tapu, tarım ve ormancılık, diyanet, eğitim, sağlık, kültür, sanat, elektrik, su, altyapı hizmetleri kesintisiz olarak devam ediyorsa elbette bunu canları pahasına hizmet yürüten kamu görevlilerimize borçluyuz. Böylesine olağanüstü bir dönemde kamu hizmetlerinin devamlılığının ve güvenceli istihdamın önemi bir kere daha ortaya çıktı. Kamu görevlilerinin taleplerinin beyhude bir istek değil bir gereklilik olduğu bir kere daha görüldü. Yaşananlar, bizlere emeğin ne denli kutsal bir değer olduğunu bir kere daha gösterdi. Bugüne kadar uygulanan sosyal ve ekonomik politikalar, işsizliği, sözleşmeli, güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmayı yaygınlaştırdı, reel ücretler azaldı, geçim zorlaştı. Salgın nedeniyle işsizlik daha da arttı, gelir düştü, güvencesiz ve esnek çalışmanın temel çalışma sistemi olabileceği dahi tartışılmaya başlandı. Salgından sonra özellikle çalışma hayatının büyük bir dönüşüm yaşayacağı açıktır. Bu dönüşümün çalışanlarımız aleyhine, güvencesizliği körükleyecek, ücretlerin düşmesine neden olacak şekilde gelişmemesi için daha fazla örgütlenmeye ve her zamankinden daha fazla mücadeleye ihtiyacımız olacaktır. İçinde bulunduğumuz durum, yalnızca ülkemizin değil tüm dünyanın ortak sorunudur. Bizler bu sürecin haklarımızın kısıtlanmasına değil emeğin ve emekçinin değerinin anlaşılarak haklarının teslim edilmesine vesile olmasını istiyoruz. Tüm çalışan örgütleri; bundan sonra görüş ayrılıklarını bir kenara komalıdır. İşçisiyle, memuruyla, işsizi ve emeklisiyle hep birlikte büyümesine katkıda bulunduğumuz milli gelirin hakça paylaşılması, sosyal devlet ilkesinin hayata geçirilmesi ancak adaletsizliğe “dur” diyen bireyler ve kurumların çoğalmasıyla mümkün olacaktır.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi biz,
• Huzurlu ve insan onuruna yaraşır bir yaşam istiyoruz.
• Esnek ve güvencesiz istihdam modellerinin kaldırılmasını, tüm kamu görevlilerinin kadrolu, aile birliğinin teminat altına alındığı güvenceli bir istihdam sisteminde tek çatı altına toplanmasını istiyor, Devletin memuruna sıfat olarak harfler ve rakamlar değil, Devletin kadrolu memuru sıfatı yakışır diyoruz.
• Her alanda adalet ve liyakatin esas alındığı, hak eden memurun hak ettiği göreve yükselebildiği bir sistem istiyoruz.
• Enflasyon kadar zam çıkmazından kurtulmak istiyoruz.
• Nimette de külfette de adalet istiyoruz. Büyümeden pay istiyoruz. Adil bir gelir dağılımı istiyoruz.
• Ailesinin insanca yaşamasına yetecek düzeyde ücret alan kamu çalışanı görmek istiyoruz.
• Kamu görevlileri ile birlikte tüm çalışanların örgütlenme, toplu sözleşme ve grev haklarını özgürce kullanabildiği bir ülke istiyoruz.
• Şeffaf ve adil bir yönetim istiyoruz.
• Çalışma barışını sağlamış, yönetime katılma hakkı olan çalışanlar görmek istiyoruz.
• Geleceğe güvenle bakan, birbirine saygılı, mutlu, müreffeh, muasır medeniyet seviyesinin de üzerine çıkmış bir toplum istiyoruz.