LÂDİK, BEYLİKDÜZÜ; PERŞEMBE, KONYA...

Abone Ol

Bu sıralar hep Konya yazıyoruz ya, bu meyânda tevâfuklar olunca bunları da değerlendirmeyi bir görev telâkkî ediyoruz. Daha doğrusu mevzûbahis etmeden geçemiyoruz.

Dolayısıyla, geçen hafta bugün Selçuklu Kongre Merkezi'nde katıldığımız ŞİVLİLİK FESTİVAL etkinliği ve gözlemlerimize dâir yazıyı gelecek sefere bırakıyoruz.

Tevâfuk dediğimiz; bize Beylikdüzü'nden yazan Gökhan AYDIN kardeşimiz ve ondan bir gün önce ORİMDER Başkanımız Abdurrahman MURTAZAOĞLU arkadaşımızın paylaşımları örtüşünce ikisini bir araya getirip kompoze ettik. İnşâllâh Beylikdüzü, Ordu, Konya bağlamında güzel bir bilgi ve muhabbet demeti sunmuş bulunur, faydadan hâlî kalmayan bir yazı ortaya koymuş oluruz.

Her iki arkadaşımıza da teşekkür ederken, okurlar dâhil buradaki birlikteliğimizin hayırlara vesîle olması niyâzıyla sizleri iktibaslarla başbaşa bırakıyor; cümleye sevgiler-saygılar sunuyoruz wes'selâm:

Gökhan AYDIN/İBB BEYLİKDÜZÜ:

"Esselamualeykum Sevgili Hocam Hayırlı Bereketli günler ve akşamlar dilerim. Uygun görürseniz Facebookdan arkadaşlık isteği göndermiştim, Saygıyla arz ederim. İBB Beylikdüzü itfaiye grup amirliği personeliyim. Ordu Perşembe Güzelyurt Mahallesi Hacıoğullarından. Beylikdüzü’nden Selam ve dua…

08.02.2022 Gökhan AYDIN/ibb. beylikdüzü: Esselamualeykum Sevgili Hocam Hayırlı Bereketli günler dilerim. Facebook da paylaşım yapmıştınız konya ziyareti nedeniyle Ladikli Ahmet Hüdai k.s. Efendi var. Konya Sarayönü Ladik’de medfun, saygıyla bilginize… Beylikdüzü itfaiye grup amirliğinden Selam ve dua…"

Abdurrahman MURTAZAOĞLU'nun bu paylaşıma tevâfuk eden ondan bir gün önceki iktibâsı da şöyle:

ŞEFİK CAN BEY VE LADİKLİ AHMET AĞA

Merhum Şefik Can bey hâtıralarında şöyle anlatıyor:

Lâdikli Ahmet Ağa’yı da bir vesile ile ziyaret etme imkânı buldum. Kendisini bana yine devrin manevî büyüklerinden Mahmud Sâmi Ramazanoğlu tanıştırmıştı. Bu büyük veli, Konya’nın Ladik ilçesinde ikâmet ediyordu. İlçede herkes onu tanıyor, garip kabul edilen halleri dilden dile dolaşıyordu. Ricâlü’l-gayb’dan olduğu, Hızır (a.s) ile arkadaşlığı bulunduğu söyleniyordu.

Evi ilçenin kenar mahallelerinde, mütevazı bir evdi. Ziyaretine gittiğimizde hoş geldiniz safhasından sonra güzel sohbetler oldu. Bu ilk tanışmamız normal geçen bir görüşme idi. Bendeniz daha sonraları kendisini sık sık ziyaret etmeye başladım. Görünüşte sıradan bir köylü gibiydi. Fakat Yunus Emre gibi öyle şiirler söylüyordu ki, insan gerçekten hayret duyuyor ve hayran oluyordu. Bunlar o an içine doğan ilahî nağmelerdi. Bazen de Hacı Sâmi Ramazanoğlu bendenizle kendisine zeytin gönderirdi. O vesileyle de gider görüşürdüm. Ziyaretimin birinde yanında kimseler yoktu, bunu fırsat bilerek: “Ahmet Ağa, Allah aşkına, sizdeki bu haller nedir? Bu makama nasıl eriştiniz? Bunlardan bize biraz bahsedin” diye rica ettim. “Bende ne var ki, garip, köylü bir adamım…” falan dedi, geçiştirdi. Ben: “Bakınız, şimdi kimse yok, başbaşayız, lütfen…” diye ısrarlı olunca o da beni kıramayıp anlatmaya başladı:

“Ben köyde çobanlık yapıyordum. Askerlik çağım geldi. Beni askere aldılar. Askerdeyken Cihan Harbi çıktı ve bizi Filistin Cephesi’ne gönderdiler. Savaşın en ateşli anlarında biz orada bir bölük düşman askerinin ablukası altında kaldık. Birliğimizle irtibatımız kesildi. Bir haftadan fazladır abluka (kuşatma) altındaydık. Tayınlarımız yani yiyeceklerimiz bitti. Açlıktan otları, çöpleri yiyoruz. Çok zor bir durumdayız. Bir ara cephe yarıldı, havadan bize birer tane tayın attılar. Tayın, şöyle küçük bir sandviç ekmeği. Hepimiz günlerce aç kalmanın verdiği hal ile tayınları hemen yemeye başladık. Ben bir parça kopardım, ağzıma götürecektim ki paçalarımı çekiştiren bir köpekle göz göze geldik. İki gözünü bana dikmiş, gözlerimin içine bakıyordu. Çok zayıftı ve memeleri sarkmıştı, belli ki yavruları da vardı. Lisân-ı hâl ile âdetâ benden ekmek istiyordu. Ağzıma koyacağım lokmayı ona verdim. Bu yaptığımı gören arkadaşlarım: “Oğlum Ahmet, ne yapıyorsun? Bir haftadır açız, bir parça ekmek. Bununla doymak bile mümkün değil. Sen köpeğe veriyordun” gibi sözlerle beni uyardılar. Hiçbirini dinlemedim ve o köpekle ekmeğimi bölüştüm. İşte o gece rüyama Hz. Peygamber girdi ve: “Oğlum Ahmet! Biz seni çok sevdik, sen ne cömertsin” diyerek sırtımı sıvazladı. Uyandığımda içimde müthiş bir ferahlık ve bende önceden tatmadığım değişik bir hal vardı. Ne olduysa o günden sonra oldu.”