Sevgili dostlar! Hani hepimizin meşhur kullandığı bir söz vardır Allah kul hakkıyla huzuruma gelmedi neyle gelirsen gel gibi. Peki kul hakkının olmadığı yeri nasıl tarif edebilirsiniz, insani ilişkilerimizde toplum hayatınızda ki yaşayış tarzımızda kul hakkının olmadığı bir yer asla düşünmek mümkün değildir.
Kul hakkı nedir önce onu tarif ederim: Kul hakkı başkalarına ait olan maddi ve manevi hakları gasp etmektir. Bu haklar pek çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bazen haksız yere alınan bir mal, çalıntı eşya, para, gıybet ve iftira dedikodu gibi pek çok çeşitleri vardır. Bunlara ilave olarak birkaç örnek daha verebiliriz. Örneğin haksız kazanç elde etmek, aldatmak, (insan kandırma) karaborsacılık ve tefecilik yapmak, tartıda eksik tartmak kul hakkıdır. Hakaret etmek, aşağılamak, küfretmek, alay etmek, hafife almak, mahcup etmek, lakap takmak ve bunlara benzer birçok şey yine kul hakkıdır.
Kul hakkını ödemenin en kolay yolu bu dünyadır. Kul hakkı ahirete ve mahşer gününe kalması büyük bir felakettir. Bu dünyada geçici ve fani mallarla ödenmeyen ve alınmayan helallik Ahirette baki ve ebedi olan kazançlarla ödenecektir. Peygamber Efendimiz (sav): “Kim bir kul hakkı yemişse hemen o kardeşi ile helalleşsin Mahşer gününe bırakmasın. Mahşer gününde dirhem de geçmez dinar da geçmez. Böyle olunca o kişinin sevapları alınır hakkı yenen kişiye verilir. Şayet sevapları yoksa veya tükenmişse hakkını yediği kişinin günahları o kişiye yüklenir” (Buhari, Rikak, 48) Peygamber Efendimiz (sav) başka bir hadiste ise ahirete kul hakkı ile gelen kişiyi müflis yani iflas etmiş kişi olarak tasvir ediyor: “Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekât sevabı bulunur. Fakat bu kişinin bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları bunun hanesinden alınır, haksızlığa uğramış hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilir amelinden bir şey kalmayınca cehenneme atılır.” [Müslim]
Değerli dostlarım! Kul hakkının en tehlikeli olanı ise kamuya ait malları yemek zimmetine geçirmek ve bu mallara vermek aynı zamanda israfta böyledirler. Kamu mallarını haksız yere almak, devlet mallarını talan etmek, zimmete geçirmek şeklinde olabileceği gibi, hazineye, belediyeye, vakıflara ve çeşitli kamu kuruluşlarına ait menkul ve gayrimenkul malları şahsi menfaatler doğrultusunda kullanmak veya bunlara zarar vermek şeklinde de olabilir. Bu mallarda binlerce hata milyonlarca insanın hakkı olabiliyor.
Bireysel haklarda hakkı yenen kişi ile helalleşmek mümkün iken kamuya ait malları yiyen ve zarar veren kişi vergi veren ve o malda kullanma hakkı olan kişiler sayısınca kul hakkına girmiş olur. Bu nedenle kamu malı yiyen veya zarar veren kimsenin hakkını yediği kişilerle helalleşmesi çok zordur. Kamuya ait malları yemek ve zarar vermek büyük günahlardandır. Nitekim Hz. Peygamber, Hayber savaşında elde edilen ve henüz taksim edilmemiş olan kamuya ait ganimetlerden bazı değersiz eşyayı alan, daha sonra da düşman tarafından öldürülen sahabenin, büyük bir günah işlediğini, bu günahtan dolayı şehit olmadığını belirtmiş ve cenaze namazına katılmamıştır.(Müslim) Kısaca bu konuyu bir misalle anlatmaya çalışayım; Aslında kul hakkı ve kamu hakkın çok geniş bir konudur. Konuyla alakalı bir yaşanmışsa yer vermek istiyorum bir Bâyezîd-i Bestâmî yağmurlu bir havada Cuma namazına gitmek için evinden çıkar. Sağanak hâlde yağan yağmur, yolu çamur hâline getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihata duvarına dayandı. Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca camiye doğru yürüdü. Bu sırada aklına bir Mecusinin duvarını kirlettiği geldi ve üzülerek;
Bu kişiyle helâlleşmeden nasıl Cuma namazı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allah’ın huzurunda durursun?" diye kendi kendine düşündü ve geri dönüp o Mecusi’nin kapısını çaldı. Kapıyı açan Mecusi; Buyurun bir arzunuz mu var?" diye sorunca; "Sizden özür dilemeye geldim." dedi. Mecusi hayretle; "Ne özrü?" diye sordu. O da; rn "Biraz önce duvarınızı elimde olmadan çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil. Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu. "deyince, Mecusi hayretle; "Peki ama ne zararı var? Zaten duvarlarımız çamur içinde. Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik veya kabalık meydana getirmez." dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "Doğru ama, bu bir haktır ve sahibinin rızasını almak lâzımdır." dedi. Mecusi; "Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dininiz mi öğretti?" diye sorunca; "Evet dinimiz ve bu dinin peygamberi olan Muhammed (as) öğretti." dedi. Mecusi;" O hâlde biz niçin bu dine girmiyoruz?" diyerek kelime-i şehadet getirip Müslüman oldu. Yani anlaşılıyor ki kul hakkı da kamu hakkı öyle hafif alınacak bir şey değildir. Kul hakkına ve kamuya ait olan haklara gayet dikkat etmemiz gerekmektedir. Allah cümlemizi kul ve kamu haklarına riayet eden kullarından eylesin.
Bir de aziz dostlarım Müslümanım diyen kişinin İslam ahlakını kendine benimsemeli ve yaşayışının her alanında uygulaması gerekir. Yoksa; inanmış olduğu dine ve o dine inananlara karşı sorumlu olmaktadır.
Hepinize Selamlar, hayırlı ramazanlar hayırlı iftarlar müstecap olunan dualarda buluşmak dileğiyle