Kadınlar yaşamları boyunca biyolojik yapılarından kaynaklanan ve erkeklerden farklı olarak hayatın akışını değiştiren çeşitli dönemler yaşıyor. Kadınların çocukluktan yetişkinliğe ilerlerken kaygı, korku, mutluluk ve coşkuyu da yaşadıklarını belirten uzmanlar, ergenlik döneminde gel-gitler yaşayan kadınların zaman geçtikçe içlerindeki yaratıcı enerjiyle bir canlıya hayat vermek isteyen kadına dönüştüklerini ifade ediyor. Uzmanlar, kadınların yaşadıkları döngülerin veda ve yaslar içerdiğini söylüyor. Kadınların bu değişim dönemlerinde ortaya çıkan sorunlarla baş etmek için hem psikolojik hem de biyolojik açıdan kendilerini tanımaları gerekiyor.
Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi’nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadınların çocukluktan yetişkinliğe kadarki değişim süreçlerini ve değişimlerin yarattığı etkileri değerlendirdi.
Kadınların hayatını değiştiren dönemler var
Kadınlarda biyolojik yapılarından kaynaklanan ve erkeklerden farklı olarak hayatın akışını değiştiren çeşitli dönemlerin olduğunu belirten Psikiyatri Uzmani Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, “Kız çocuğu belli bir yaşa geliyor, bedeni değişmeye başlıyor ve bir gün yumurtalarından biri döllenemediği için rahminin yüzeyi vajinasından kanamayla atılıyor. İç çamaşırında bu ilk kanı gören çocuk, artık genç bir kız ve kadın olma yolculuğunun başladığını anlıyor. Tıpta menarş olarak isimlendirilen bu ilk adet kanaması kız çocuğun çocukluğunu geride bırakacağının somut bir belirleyicisidir.” dedi.
Çocukluğa veda kaygı oluşturuyor
Çocukluğa veda etmenin ve yetişkinliğe ilerlemenin bir yandan hüzünlü, korkutucu ve kaygı doğurucu iken diğer yandan da özgüveni oluşturacak, birey olmaya ve özgürlüğe gidilecek yolun mutluluğu ve coşkusunu da içerdiğini ifade eden Ünsalver, “Çoğu kadın her ay gelen kanamadan birkaç gün önce hormonların etkisiyle gerginlik, huzursuzluk, uyku artışı gibi belirtilerden oluşan Premenstrüel sendrom yaşıyor. Ergenlik dönemi boyunca gel-gitlerle çocukluk ve erişkinlik arasında inişli çıkışlı duygularla yalpalayan genç kadın, bir zaman geliyor içindeki yaratıcı enerjiyle bir canlıya hayat vermek isteyen kadına dönüşüyor.” diye konuştu.
Anne olamamak travma sonrası stres bozukluğuna yol açabiliyor
“Anne olma hayali birçok kadın için kadın bedeninin varoluşsal sorumluluğunu yerine getirmek, varoluşun doğal akışına girmek ve bir nevi tamamlanmak gibi önemli bir yer tutabiliyor” diyen Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu sebeple ki gebe kalma güçlüğü yaşayan ya da gebe kalmak isteyip uygun partneriyle buluşamayan kadınlar temelde yetersizlik algısı üzerinden utanç, suçluluk, kaygı, mutsuzluk yaşıyorlar. Bazıları kaygı bozukluğu ve depresif bozukluk geliştirebiliyor. Çok sayıda tüp bebek ve benzeri deneme yapan kadınlarda ‘Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ gelişebiliyor. Bazısı evliliklerinde sorunlar yaşayabiliyor. Tersine anne olmayı tercih etmeyen kadınlar da toplumun baskısı altında kendilerinden kuşku duyan ve yetersizlik hisseden bir halde depresif ve kaygı bozuklukları ya da alkol madde kullanım sorunları geliştirebiliyorlar. Anne olmamak ya da olamamak kadının başka alanlarda kendini fazladan iyi hale getirmek zorunda hissetmesine ya da tümden içe kapanıp toplumdan soyutlanmasına sebep olabiliyor.”
Bilgi bombardımanı altında eziliyorlar
Anne olmanın bu rolü isteyen kadını mutlu ettiğini ifade eden Doç. Dr. Ünsalver, öte yandan kadının bir canlının sorumluluğunu almanın getirdiği kaygı, baskı veya toplumun kadından beklediği, parlatıp yücelttiği kutsal annelik imgesinin yanı sıra kişisel gelişim kitapları ya da sosyal medyadan gelen ‘nasıl iyi anne olunur?’ şeklindeki bilgi bombardımanı altında ezilebildiğini söyledi. Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, bu nedenle kaygı bozuklukları, depresyon ya da obsesif kompulsif bozukluk görülebildiğini ifade etti.
Sorular ve baskılar ağrılara sebep oluyor
Anne olmanın ölüme kadar kadınla kalacak bir rol olduğunu ifade eden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, kadının bu dönemde de çeşitli kaygılar yaşadığını söyledi. Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, “Kadın bu rolü taşıyabilecek mi, çocuğa kim bakacak, kariyer ne olacak, bakıcıya nasıl davranılacak, kayınvalide mi kendi annesi mi, evlendik cinsellik bitti mi, eşim artık beni cinsel yönden çekici bulmuyor mu, ikinci çocuk yapılacak mı gibi sorular ve baskılar kadının sırtında ağrılara sebep oluyor. Lohusalık döneminde bebeğe bağlanmakta zorlanma, uykusuzluk, emziremeyeceğim endişeleri, bir canlının sorumluluğunu almak, çevrenin beklediği şefkatli, güler yüzlü ve besleyici anne olma endişesi kadınların çoğunda doğum sonrası hüznüne, bazı olgularda depresyona ve hatta psikoza sebep olabiliyor.” diye konuştu.
Kadınlar menopozu istemiyor
Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, doğum sonrası gerek rol değişiminin getirdiği yükten gerekse de hormonal değişikliklerden dolayı yaşanan duygudurum bozukluklarının bazen çok ağır olabildiğini vurguladı ve sözlerine şöyle devam etti:
“Böylesi bir durumda kadın kendinin ve bebeğinin canına kıyabiliyor. Bir türlü bitmeyen yetersizlik ve suçluluk duyguları karşısında kontrol ihtiyacının artması ile kadının öfke kontrol sorunları yaşaması başlıyor. Ama yine de kadınlar menopozu istemiyor. Çünkü bu da başka bir hüzün dönemi. Bu dönemde artık üretken olamıyorlar. Doğurgan ve genç bedene veda töreni var. Onu baş tacı yapan rolünü kaybeden kadın, ölüme de yaklaştığını somut olarak hissediyor. Menopoz döneminde östrojenin azalması da bu psikolojik sorgulamalar ve yas tutmaya eşlik edip kadının uykusuzluk çekmesine ve depresyona girmesine neden oluyor. Menopoz bazı duygudurum bozukluklarının ilk ortaya çıktığı bir dönem de olabiliyor.”
Yaşadıkları zorlukları paylaşmaları rahatlamalarını sağlıyor
Kadının tüm bu döngülerinin bolca veda ve dolayısıyla yas içerdiğini belirten Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, “Bu vedalaşmayı yapamayan, yasını tutamayan ve yeni rollerine uyum sağlayamayan kadınlarda çeşitli psikiyatrik sorunlar ortaya çıkabiliyor. Öte yandan bütün bu yaslar ve yeni rollerin kadının psikolojik dayanıklılığının da temeli olduğunu söyleyebiliriz. Kadının hayatın getirdiği diğer güçlüklerle başa çıkabilmesinin altında kendi biyolojisi üzerinden yaşadığı bu ruhsal zenginleştirici deneyimler var. Kadınların tüm bu geçiş dönemlerinde içinde bulundukları dönemin özelliklerini bilmeleri, bu konularda yaşadıkları zorlukları aileleriyle, eşleriyle, arkadaşlarıyla paylaşabilmeleri bu dönemleri rahat atlatmalarını sağlıyor.” diye konuştu.
Kadınların kendilerini tanıması gerekiyor
Hayatın bir döngü olduğunu, herkesin doğup büyüyüp öleceğini ifade eden NP Feneryolu Tıp Merkezi’nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, sözlerini şöyle tamamladı:
“Bunu hayattayken en somut, kadın bedeni bize gösterir. Bu bir şanstır. Kız çocukluğundan başlayarak kadın bedeninin biyolojik ve psikolojik yönleri hakkında bilgilendirme yapılması, kadınların kendilerini tanıması gerekli. Bu geçiş dönemlerinde zorluk yaşayan kadınlar psikoterapiden fayda sağlayabilirler. Kadınların biyolojik özelliklerinin ayıp olmaması ve sıradanlaştırılması, kadınların bunları konuşabilmesini ve psikolojik sıkıntıların azalmasını sağlayacaktır.” Haber Merkezi