HATIRALAR HATIRALAR!

Abone Ol

Değerli dostlar! Hocam Mustafa Işık Ünye’nin Elmalık köyü Kuzbucağı mahallesinden Şevket hocanın oğludur. Şevket hoca kendi köyünden bizim köye gelip yerleşmiş. Dolayısıyla Mustafa hoca efendi de bizim köye yerleşmiştir. Daha sonra yine bizim köyden Bekir Aldemir amcanın kızıyla evlenmiştir. Hoca efendi önceleri tuğla satarak geçimini sağlarken, sonraları bizim köyümüzün Kalafat mahallesindeki Camiye fahri olarak Cuma namazı ve teravih namazlarını kıldırmaya atanmıştı maaşı da köylü vatandaşlar tarafından yılda bir kez beşer kg. Fındık verilerek karşılanıyordu. Bu atanmadan sonra hocamız tuğla satmayı bırakıp fahri olarak öğrenci yetiştirme ye başlamıştır. Bizim köyün ileri gelenleri tarafından yıllık 3500 TL mukabilinde öğrenci okutmak için tutulmuştur. İşte o devrede ben kendisine talebe oldum ve Arapça, tashihi huruf dersleri almaya başladım. Hocamızın eğitim metodu çok iyiydi, ders okuturken dersin bütün inceliklerini izah eder talebenin beynine adeta nakşederdiyi ne hocamız çok güzel vaazlar verir saatlerce konuşsa cemaat sıkılmadan zevkle onu dinlerdi. Bütün bu iyi meziyetlere sahip olan hoca efendi çok disiplinliydi hata yapanı affetmez Cennetten çıkma sopasını işletirdi.

Hoca efendinin Ziya isminde bir oğlu vardı bizden 5-6 yaş küçüktü Ziya derisini veremez babasından bol bol dayak yerdi ben onun dayak yemesine dayanamaz elinden almaya çalışır bu arada da bol bol ara sopası yerdim. Yani kısaca Ziya’yı kurtarmak için yediğim ara sopasını kendi dersim için yemedim. Camimizin önünde iki tane oldukça kalın pelit ağacı vardı, daha sonra ben bu camiye atanınca 1986 yılında bu ağaçların yaşını bir orman mühendisine tespit ettirdim ağaçların 350 şer yaşında olduğunu söyledi. Daha sonra ağaçlar kurumaya başladılar, Tedavileri için Trabzon üniversitesi ormancılık fakültesine müracaat ettim fakat bir netice alamadım ağaçlarda kurudu ve böylece bir tarih yok oldu.

Yazın havalar sıcak olunca Hoca Efendi bizi dershaneden çıkarır ve bu ağaçların gölgesinde ders okuturdu. İşte bu ağacın altında ders verirken bizim ziya gene dersini veremedi. Hoca efendi pelitlere üç-dört metre mesafede bulunan ve yama olan üzerinde çok sıkça bulunan böğürtlen dikenlerinin içine attı. Ve başladı diğer talebeler le ilgilenmeye ben Ziyayı oradan almak için ayağa kalktım, bana " sakın onu kurtarma senide döverim" dediyse de ben aldırmadan dikenliğe yürüdüm arkamdan bir iki sopa salladıysa da ıskaladı tikenlik çok sıktı yanına yaklaşmam mümkün değildi çakı bıçağımla tikenleri kesip kendime tünel gibi bir yolu yarım saatte açıp Ziya'ya ulaştım. Tabi arada böğürtlen dikenlerinden de bol bol nasibimi aldım. Ziyaya ulaşıp onu oradan aldım eli yüzü kan artık ağlamaktan yorulmuş suskun vaziyette oradan çıkarıp elini yüzünü yıkadım.

Değerli dostlar! Burada hepinizin " yahu bu ne gaddarlık" dediğinizi duyar gibiyim, haklısınız fakat o devir öyle idi. Bakınız yine benim çocukluğumda 5-6 yaşlarında iken yine bir kış camide başka köyden bir hoca tutulmuştu tabi bizden çok büyük talebeler vardı. Bir gün hoca efendi tuvalete gitti büyük talebelerden biri kalktı ceketinin yakasının arkasından bir iğne çıkarıp hoca efendinin minderine dik olarak yerleştirmeye çalışırken diğer bir büyük arkadaş "iğnenin kulpundan iplik geçirelim de öyle koyalım" dedi, iğnenin kulpundan iplik geçirip dik olarak minderin içine yerleştirdiler. Bize de sakın söylemeyin diye tembih ettiler. Az sonra hoca efendi gelip minderine oturdu, oturur oturmaz bağırarak ayağa fırladı, Allah'tan CC. iğnede iplik vardı hoca efendi dışarı çıkıp iğneyi çıkardı geri gelip ceketini paltosunu giydi hiçbir şey demeden ayrılıp gitti Eh sen şimdi hoca ol da böylelerini dövme.

Başka bir hatırada buluşmak üzere selam ve dua ile hoşça kalınız.