ERBAKAN-ECEVİT; ÂİLE, MEMLEKET…

Abone Ol

Geçen yazılarımızda, Lüleburgaz görev günlerimiz bağlamında, bıranşımız gereği Din Dersinin geçirdiği merhalelerden kısaca da olsa söz ettik. Konuyu biraz açmak gerekirse, Türkiye'de Din Dersi, tek partili dönemde, 1920'lerin sonlarından 1948'e kadar müfredatta bulunmamıştır. Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu çerçevesinde Türkiye'de sadece Müslüman vatandaşların olmadığı, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının da dinsel gereksinmeleri ve vicdan özgürlüğü olduğu neden gösterilerek ilkokul programından Kur’an dersleri, ortaokul ve lise programından da din, Arapça ve Farsça dersleri çıkarılmıştır.

Ancak, 1946’da kurulan ve o yıl yapılan seçimle varlığını hissettiren Menderes’in Demokrat Partisinin ayak seslerinin semeresi olarak 1948'den sonra "Din Bilgisi" adı altında okullarda Din Dersi dönemi, o da seçmeli olarak başlamıştır.

CHP-MSP; GEZİ PARKI, DİN-AHLÂK…

Bir sonraki hamle diyebileceğimiz uygulama, 1970'li yıllarda, 1974 CHP-MSP Koalisyonu döneminde "Ahlak Bilgisi" dersinin müfredata konması olmuş, bu dönemde ilkokul, ortaokul ve lisede din dersi seçmeli, ahlak dersi ise zorunlu tutulmuştur.

Bu da çok protestolara, mitinglere, yürüyüş şeklinde tepkilere sebep olmuş, ülkede büyük bir karşı infiâle sebebiyet vermişti. Daha doğrusu, bu günkü GEZİ PARKI ruhlular o zaman da çok daha fazlasıyla vardı ve etkindiler. Ortalığı velveleye vermişlerdi. Meydan gösterilerinde Ahlâk Dersi kitaplarını yırtmışlar, dağ gibi yığıp yakarak ortalığı yangın yerine çevirmeye çalışmışlar, büyük gürültüler çıkarmışlardı.

O zamanlar, Din Dersi laikliğe aykırı olarak değerlendiriliyordu. 12 Eylül döneminin ardından kabul edilen 1982 Anayasası kapsamında din dersi okullarda zorunlu hale getirilmiştir.

AHLÂK’TA İÇERİ, DİN’DE DIŞARI!

Görüldüğü gibi Din Dersi, bizim Ocak’ta göreve başladığımız yılın 12 Eylül’ünde yapılan Darbe'nin ardından zorunlu hale gelmiştir. Yoksa bundan önce, meselâ bizim girdiğimiz 5 Fen A sınıfında ilk saat Ahlâk Dersi, bütün öğrenci sınıfta, ondan sonraki ders Din Dersi, bir öğrenci seçmiş, sınıfta o kalıyor sâdece. Biz 3 yıl böyle devam ettik Anayasa oylamasına kadar.

28 Şubat ayrı bir fırtınayla geçti. Bu günler geçmez sanıyorduk. Çok yönlü kuşatmalarla iyice bir kıskaç hâli vardı. Mücâdele kıyâmete kadar sürecek, yarasalara yer yok, Başörtülüler Arabistan’a söylemleri ufukları oldukça karartmıştı ama Allâh CC büyük; EN BÜYÜK. Sonuçta O’nun dediği oluyor. Ve O bu millete yardım ediyor.

BU GÜNLERE ÇOK ŞÜKÜR…

Sözün özü; çok şükür dînî-millî konularda daha sonraları iyileşmeler hep devam etti. Meselâ, 2012'den itibaren, 82 Anayasası ile Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi adıyla birleştirilip haftada 2 saate çıkarılan derslere "Kur’an-ı Kerim", "Hz. Muhammed’in Hayatı" ve "Temel Dini Bilgiler” seçmeli dersleri de ilâve edildi. Bugün gelinen nokta hepimizin mâlûmu. Din eğitim ve öğretimi, resmî mânâda altın yıllarını yaşıyor. Nitel olarak söyleyemesek te nicel olarak durum bu. Artık gerisi toplumun kendini değiştirmesi noktasında düğümleniyor.

-M. Ali SARI; Metin MERGEN, Sabri ÇOLAK-

Değerli okurlar, biz bu konular üzerinde olup bu bağlamda 1974 ERBAKAN-ECEVİT koalisyonu, DİN-AHLÂK Derslerinin seyri ve İmam-Hatip Okullarının durumları ve bu noktadaki gelişmeler masamızdayken ekrana İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü WhatsApp grubumuzdan Metin MERGEN Bey kardeşimizin Sabri ÇOLAK kaynaklı iktibas ettiği bir paylaşımı düştü.

Ayrıca, TRT Ekranlarından Kur’an Yarışmaları Jürisi olarak hepimizin tanıdığı, bundan önce bizim de okuldan bildiğimiz Mehmet Ali SARI Bey hocamızın yeğeni de olan kardeşimizin paylaşımı köşe gündemimize tevâfuk ettiğinden, yakın geçmişimizi anlama ve bugünleri değerlendirme noktasında karşılaştırmalarla berâber ufuk açacağı mülâhazasıyla buraya alıyoruz:

-ECEVİT'in ÖLÜM YILDÖNÜMÜ ve BİR ANEKDOT-

5 Kasım 2006'da bilindiği gibi Ecevit ölmüştü… Bu ölüm yıldönümü sebebiyle CHP'nin (DSP) Din ve İslam anlayışına bir sufle atayım..

Ecevit öldüğünde başsağlığı için Erbakan ve Recai Kutan olmak üzere bir heyet Rahşan Hanım'ın evine giderler… Heyeti Rahşan Ecevit karşılamazken, bu görevi Emrehan Halıcı ve Masum Türker yapıyordu…

Erbakan Hoca izin isteyerek Kur'an okumak istediklerini Emrehan Alıcı'ya iletir ve memnuniyetle karşılanır ama yan odada olan Rahşan Ecevit;

"Kim okuyor Kur'an'ı, kim izin verdi?"

diye tepki göstermişti…

Erbakan'ı karşılamayan aynı Rahşan Ecevit başsağlığına gelen Yahudi hahamı İsak Haleva'yı kapıda karşılıyordu… Ne tezat bir durum değil mi?

Çünkü Ecevit ailesinin Erbakan Hoca'ya inanılması güç kinleri vardı. 1998'de Refah Partisi kapatıldığında Ecevit:

"Bunların partisini kapatmak yetmez.

BUNLARIN KÖKÜNÜ KAZIMAMIZ GEREKİYOR"

dediğini unutmuyoruz… Bu aile böyle nezaketsiz hareketleri baş tacı yaparlar ama bu herkes ve her âile için geçerli değildir…

Nitekim buna güzel bir örnek: -SANCAR ÂİLESİ-

1974 Kıbrıs Zaferi'nin mimarlarından biri Erbakan ise diğeri de Genelkurmay eski Başkanı rahmetli Semih SANCAR idi…

Semih Sancar 1984 yılında öldüğünde Erbakan Hoca taziyeye gitmişti… Erbakan Hoca “burada Kur'an okuma izni var mı?” dediğinde Semih Sancar'ın hanımı bundan çok duygulanmış ve "böyle zamanlarda gerçek dostlarımızı tanımış olduk" demişti…

İşte size iki ailenin Türk örf ve adetlerine bakış açıları. (Sabri ÇOLAK)

12:24, 09.11.2022: Ey Türk oğlu dostunu düşmanını tanı. Mustafa ÜÇÜNCÜ

13:19, 09.11.2022: Bu mukayese çok önemli “anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az” Sinan Özkan

YÜKSEK YÜKSEK TEPELER!

Tüm bunlar bize neyi anlatıyor? İşte geçmişte, adı CHP’nin halkçılığından öte, Karaoğlan, Kıbrıs Kahramanı gibi halk nezdinde sevgi ve saygısı ayyuka çıkarılmış bir lider ve âilesinin gerçek yüzü. En halkçısı ve sempatik olanı Ecevit ve âilesinin dine ve dindarlara karşı tutumları bu. İfâdeler gâyet net. Daha fazla söze hâcet görmüyoruz.

Ne oldu yâni şimdi; bir sürü tantana, hırgür, tahkir. Yok bakan, yok başbakan yok şu, yok bu; sonuç kara toprak.

NE OMUZ, NE DE OMUZU KALABALIKLAR!

Artık ne el kalkıyor ne kol. Orada ne şakşak va, ne omuza alma. Ne de, gaza getiren omuzu kalabalıklar! Burada yalnız ve yalnız amellerinle baş başa kalma var. Büyük büyük makamlara gelmek için ne riskler almışsın, ne yollara başvurmuşsun, oralara çıkmak için ne çileler çekmiş, bâdireler atlatmışsın.

Yükseğe çıkmanın mihneti büyük;

Çıktıkça, çoğalır omuzlarda yük…

O yük altında durum ne şimdi? Üstteyken üstte olmak güzeldi; ama alttayken altta kalmak nasıl?! Bu, herkes için böyle, ayrım yok…

YOLLAR, YILLAR, YOLCULAR…

Değerli dostlar. Bu günkü yazıyı da Lüleburgazlı o ilk yıllarda, o atmosferde yazdığımız bir dörtlükle noktalayalım:

***YOLCULAR***

Yolcular var, tutulmuş bir yâre gider

Yolcular var; yâr diye ağyâre gider

Değişik gidenler değişik varırlar;

Kimi nâre, kimisi gülzâre gider!

Tüm bunlardan sonra, Rabbimiz herkese makamların da, rakamların da hayırlısını vererek, bizlere Gül Yüzlünün gülzârında buluşmayı nasîp eylesin diyor, hayırlı, güzel günler, bereketli ömürler niyâzıyla cümleye içten sevgiler-saygılar sunuyoruz wes’selâm…