Döviz borcu olan şirketler sermaye düzenlemesine gitmesi gerekir.  Bu durumun kanunla düzenlenmiş vergisel avantajları söz konusu. Sermaye düzenlemesi teknik iflasların önüne geçebilir.

Dünyada ekonomik ve sosyal alanda tüm dengeleri alt üst eden Covid-19 salgını gündemdeki yerini koruyor. Küresel tedarik zincirinde yeni bir dönemin başlamasına neden olan pandemi, döviz borcu olan şirketlerin üzerinde ciddi bir baskı yaratıyor. Döviz kredisi ödeyen şirketlerin sermayeleri kur farkı nedeniyle ciddi oranda eriyebilir. Söz konusu durumdan en az derecede etkilenmenin yolu, yılsonunun yaklaştığı bu dönemde bilançolardaki öz kaynak durumunun gözden geçirilerek sermaye yapısının düzenlenmesinden, gerektiği durumda nakdi sermaye artırımının yapılmasından ve üretim yapan şirketlerin döviz gelirlerini artıracak şekilde daha fazla ihracata yönelmesinden geçiyor.

YIL SONU BİLANÇOLARI KRİTİK ÖNEME SAHİP

Salgın nedeniyle üretim özelindeki düşüşler ülkeler nezdinde dışa bağımlılığı artırırken bu dönemde hızla artan kurlar, arz- talep kıtlığı ve zorunlu sabit maliyetler özellikle sermaye şirketleri üzerinde olumsuz etki yaratacağa benziyor. Bu dönemde şirketlerin sermaye yapıları ön plana çıkacak ve sermaye yapıları güçlü olmayan firmaların 2020 yıl sonu bilançolarında ‘Teknik İflas’ ya da ‘Borca Batık Olma’ durumu ile karşılaşma olasılıkları oldukça yüksek. Şirketlerin döviz cinsinden kullandıkları kredilere ilişkin olarak 10 yıl sonra bile ödenecek olsa kredilere ilişkin anapara borçları gelir tablosunda ‘Kambiyo Zararı’ ve bilançoda da cari dönem ticari zarar olarak karşımıza çıkıyor. Anonim şirketlerin 50 bin TL, limited şirketlerin de 10 bin TL sermaye ile kurulduğu bir yasal düzenleme içerisinde, dövizdeki yaklaşık yüzde 40 artış ile oluşan kur farkının pandemi sonrası, ‘Kambiyo Zararı’ olarak bilançoda yer alması karşısında sermayeler kolayca eriyerek öz kaynakların negatife dönmesine ve bu durumda borca batık durumda olan şirketlerin teknik iflasına sebep olabilecek.

VERGİSEL AVANTAJLARI VAR

Şirketlerde oluşması muhtemel bu olumsuz tablonun çözüm yollarından birisi, ortaklar tarafından yapılacak nakdi sermaye artışı olarak düşünülebilir. Salgın sonrası ortakların şahsi olarak nakit durumları bu sermaye artışına elveriyor ise nakdi sermaye artışının şirkete sağladığı bazı vergisel avantajlar da var. 6637 sayılı kanunun 8’inci maddesiyle, Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10. maddesinde değişiklik yapılarak, sermaye şirketlerinin nakit sermaye artırımları teşvik edildi. Şirketlerin borç yerine öz kaynak kullanımını özendiren bu düzenlemeyle sermaye şirketlerinin ödenmiş veya çıkarılmış sermaye tutarlarındaki nakdi sermaye artışları veya yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden TCMB tarafından açıklanan ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı dikkate alınarak, ilgili hesap döneminin sonuna kadar hesaplanan tutarın yüzde 50’sinin ilgili hesap dönemine ait kurumlar vergisi matrahından indirilmesine olanak sağlandı.

Öncelikle mevcut durumda ve 3. çeyrek bilançolarında döviz borcu kaynaklı zararı hesaplayıp yıl sonu öz kaynak üzerinde oluşacak yükü tahmini olarak öngörüp sermaye düzenlemesi yapılması önem arz ediyor. Bunu yaparken iç kaynaklardan ve özellikle ortakların şirkete olan borçlarının da sermayeye eklenerek ilave bir finansman maliyeti yaratmadan firmalar konuyu ele alabilir.