Beslenmenin, epigenetiği veya genetiği değiştirerek hastalıkların önlenmesinde ya da ortaya çıkmasında önemli bir etkisi olduğunu belirten uzmanlar, doğru ve dengeli beslenmenin önemine vurgu yapıyor. Yapılan bilimsel çalışmalardan örnek veren uzmanlar, “Bu çalışmalar, yetersiz beslenmenin epigenetik faktörler üzerindeki etkilerinin nesiller boyu bile aktarılabileceğini kanıtlar niteliktedir.” diye konuştu.
Epigenetik nedir?
Epigenetiğin, “DNA dizisini değiştirmeden gen ekspresyonunu modüle eden DNA kromatin yapısında hücreye özgü geri dönüşümlü modifikasyonlar” olarak tanımlanabilir. Bu duruma mendel olmayan kalıtım da denebilir. Epigenetik faktörler aynı organizma içinde hücreden yavru hücreye kalıtsaldır ve bu kalıtımın organizmalar arasında nesiller arası olabileceğine dair birçok çalışma bildirilmiştir. Nitekim her canlının genetik mirası, hem DNA dizi bilgisini hem de epigenetik bilgiyi içerir ve bunların etkileşimi, organların ve hücrelerin işlevini sürdürür. Ayrıca, son yıllarda yapılan çeşitli araştırmalar, hastalıklara karşı farklı duyarlılıklar kazandırabilen spesifik genleri ve epigenetik durumların varlığını doğrulamıştır.
Bazı hastalıklar epigenetik risklerle ortaya çıkabiliyor
Genomdan farklı olarak, epigenomun çevresel faktörlerden etkilenerek değişebildiğini ve bu nedenle bazı hastalıkların epigenetik risklerle meydana gelmesini tetikleyebilir. Bu tür değişiklikler en çok ilaçlar, beslenme ve diyet veya radyasyona maruz kalma gibi yoluyla çevresel maruziyetler gerçekleşir. Beslenmenin farklı epigenetik modifikasyon türleri üzerindeki etkisi ve özellikle birçok kanser çeşidindeki ilerleme riski hakkında birçok çalışma mevcuttur. Örneğin yeşilliklerden alınan folat, kırmızı üzüm ve ürünlerinden alınan polifenoller (resveratrol, genistein vb.), çinko ve α linoleik asit gibi besin bileşenlerinin alımının kanser gelişiminde veya inhibisyonunda etkili olduğunu bildiren birçok araştırma vardır.
Folat eksikliği hamilelere düşüğe sebep olabiliyor
Bu diyet bileşiklerinin birçoğunun epigenetik modifikasyonları etkileyerek kansere karşı koruyucu bir etki sağladığı düşünülüyor. Buna örnek vermek gerekirse Folat önemli bir tek karbon vericidir ve tek karbon metabolizması DNA, protein ve fosfolipidlerin sentezi için gereklidir. Folat sadece diyetten elde edilir ve 5,10-metilentetrahidrofolata (MTHF) dönüştürülür. MTHF, bir metil donörü görevi görerek homosisteini metiyonine çevirir ve DNA'yı metilleyerek epigenetik mekanizmaların regüle edilmesinde çok önemli katkıda bulunur. Folat eksikliğine bağlı olarak DNA tamirine etki eden metilasyon modifikasyonun gerçekleştirilememesine bağlı olarak çeşitli kanser türleri ve sinir sistemi hastalıkları bildirilmiştir. Folat eksikliğinin hamile kadınlarda düşük tehlikesine sebep olduğu bilinmektedir. Folat düzeyleri düşük olan annelerden doğan nöral tüp defektli yavru riskinin arttığı da gösterilmiştir.
Beslenmenin hastalıkları önlemesinde etkisi büyük
Folat eksikliği, tüm canlılarda, dokularda ve gelişimin tüm aşamalarında aynı etkiye sahip değildir. MTHFD1 G1958A genotipine sahip olanların, nöral tüp defekti olan bebekleri doğurma riskinin daha yüksek olduğu bulundu, bunun bir metil donörü olarak kolinden (örneğin yumurtalardan) kaynaklandığı düşünülmüştür. Kısacası beslenmenin tamamen epigenetiği veya genetiği değiştirerek hastalıkları %100 önleyeceğini söyleyemesek de önemli bir etkisi olduğu söylenebilir.
Hollanda açlık kışında hamile olan kadınların bebeklerinde sağlık sorunları görüldü
Epigenetik faktörlerin anneden yavruya geçebileceğini ve beslenmenin epigenetik faktörler üzerindeki önemini Hollanda'da ''Hongerwinter'' adıyla bilinen Hollanda açlık kışı zamanına yönelik yapılan çalışmalar öne çıkardı. Hollanda açlık kışı 1944 yılının Eylül ayından başlayıp 1945 yılının Mayıs ayına kadar süren ve Hollanda'daki kıtlık zamanını tanımlayan süredir. O dönemde hamile olan kadınların bebeklerinde vücut anomalileri, kronik hastalıklara yatkınlıklar, raşitizm ve büyüme gerilikleri görüldü. Örneğin 2006 yılında yapılan bir çalışmada, Hollanda açlık kışını kapsayacak şekilde, Kasım 1943 ile Şubat 1947 yılları arasında Amsterdam'da doğmuş 2414 kişi incelendi. Çalışmada izlenen insanların diğer insanlara göre glikoz tolerasyonunun ve insülin konsantrasyonunun artmış ve kan basınçlarının yüksek olduğu bulundu. Ayrıca yetişkinlikte albüminüri görülme olasılığının 3.2 kat artmış olduğu, tıkayıcı hava yolu hastalıklarının daha fazla görüldüğü, kan lipidlerinin yüksek olduğu ve kadınlarda meme kanseri riskinin 5 kat artmış olduğu bulundu. Bu da bize yetersiz beslenmenin epigenetik faktörler üzerindeki etkilerinin nesiller boyu bile aktarılabileceğini kanıtlar niteliktedir.
Sonrasında gelişen moleküler tekniklerin, beslenmenin epigenetik faktörler üzerindeki etkilerine dair daha fazla araştırmanın kapısını araladı. Örneğin obezite ve yüksek yağlı diyetlerle beslenen obez hamile kadınlarda yüksek miktar spesifik yağ asidi taşıyıcıları yoluyla plasentaya ve ordan bebeğin dolaşımına geçen yüksek miktar lipid tespit edilmiştir. Bu lipidler bebek gelişimin sürecinde hücresel reseptörlere karşı ligand görevi görerek DNA’nın hipermetilasyonu ve histon asetilasyonlarına neden olmuş, bu durum da gen ekspresyon düzeylerini değiştirerek hücrelerde zararlı sinyal yolak modülasyonlarına neden olmuştur. Bu değişikliklerde postnatal dönem ve sonrasında çeşitli nörolojik, kanser, kas-iskelet sistemi gibi birçok bozuklukla ilişkilendirilmiştir. Özellikle yıllar süren kanser araştırmalarında genotipin tek başına tüm kanser riskini açıklamadığı anlaşıldıkça epigenetiğe artan bir ilgi oluştu.
Beslenmenin epigenetik faktörler üzerinde önemli etkisi var
Ek olarak, beslenme ve düzenli egzersizle birlikte yapılan yaşam tarzındaki değişikliklerle birçok kanserin önlenebileceği yaygın olarak kabul edilmektedir. Örneğin kolon kanseri vakalarının yaklaşık %45'inin diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri ile önlenebileceği öne sürülmüştür. Sonuç olarak beslenmenin epigenetik faktörler üzerinde önemli etkisi bulunmaktadır ve bunlar çalışmalarla da desteklense de bu alanda daha fazla araştırma yapılmasına ihtiyaç vardır.