Geçtiğimiz cumâ tam bir bereket günü olarak geçti. Namaza yakın indiğimiz merkezde, Azîziye mi, Karpuzoğlu mu derken, Alâaddin Câmii’nde karar kıldık. Sâlih Âbi de oraya geçeceğini haber vermişti.

Çarşamba gün de gelmiştik buralara çocuklarla. Hanım ve kızım biraz çarşı-pazar dolaşması sonrası Kapu Câmii’nde kılmışlar vakti, Nilüfer torunla biz de Hacıveyiszâde’deydik.

Namaz sonrası Alâaddin Câmii yanındaki Şehitlik Çay Bahçesi’nde buluştuk. Ama oturmadan hanımın da bu farklı câmiyi mutlakâ görmesini istedim. Nitekim, şöyle beriden öte, boydan boya sütunlarıyla, genişliği ve verdiği heybet, haşyet ve enginlik duygusuyla sizi sarıp sarmalıyor, dede, ata pazusuyla kucaklayıp mâneviyatınızı tahkim ediyor, ruhunuz sanki o sütunlar misâli güçleniyor, o güven ve târihî kıvanç duygusuyla berâber îmânınız kuvvet buluyor, Efendimiz(SAV)in bir ümmeti, İslâm’ın kılıcı bir millet olarak burada duyduğunuz huzur sizi geçmişten geleceğe, oradan sonsuza kanatlandırıyor…

TAHIYYETÜL’MESCiD, DEAVÂTÜL MEDÎD…

Bu duygularla berâber önce 2’şer rekât Tahıyyetül’Mescid (Mescid selâmlama namazı) kıldık. Sonra duâ ettik. Özellikle, dün vefat edip bugün Şehzâdebaşı’nda cenâze namazı kılınacak olan Diriliş Şâirimiz Sezâi KARAKOÇ için.

“Yâ Rabb!” dedik, bu milletin İslâmî dirilişi için didinerek ömrünü geçiren, gönül teri döken Sezâi kulunu, Büyük Hâkan Alaaddin Keykubat ve ondan bu yana gelen tüm büyüklerimiz, bu câmiin hizmetkârları ve burada namaz kılan, gelip geçen tüm güzel kullar, âşıklar, sâdıklarla berâber, bizleri de katarak Efendimiz SAV’in komşuluğunda buluştur dedik, gönülden âminlerimizi ekledik...

Zâten dün, vefat haberi üzerine birçok hatimler de okunmaya başlandı ülke çapında. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü mezunları hatminden iki cüz de biz alıp hanımla birer okuduk, yâsinleri de ayrıca. Böyle güzel insanlar ve büyüklerimiz, paha biçilmez değerlerimiz için can fedâ. Rabbimiz, hiç olmazsa kıymetlerini takdir edip, rızâsı için sevebilmeyi nasip eylesin bizlere… Âmin…

NE GÜZEL VEFAT, NE GÜZEL VEFÂ….

O gün, ülkemizin birçok yerinde gıyâbî cenâze namazı kılındı. Bunlar arasında, Ordu’nun da Köprübaşı Câmii ile yer alması bize tâ buralarda kıvanç yaşattı. Rabbimiz vesîle olanlardan râzı olsun. Bizleri son nefesine kadar iyilik ve iyiler için kâlbi çarpıp, iyilere karışanlardan eylesin… Âmin…

Bu arada, İstanbul’da okuyan oğlumuz Yusuf Kerem’in Şehzâdebaşı Câmii’ndeki namaza katılmış olması bizi ayrıca gururlandırdı. Birkaç defâ hatırlatmak istemiş fakat, her nasılsa unutmuştum. Gittiğini öğrenmek çok sevindirdi bizi doğrusu. Rabbimiz, “ne güzel bir gündü, sanki sizin anlattığınız, Arafat Dağı civarlarında gibiydik” şeklinde duygularını ifâde eden yavrumuzu güzel yurdumuzun, Efendimiz(SAV)in beğeneceği diriliş erlerinden biri eylesin inşâllâh…

BURDA;"GÜL ALIP GÜL SATARLAR!"

Onun, geçen iki senedir üniversiteye çalıştığı masanın panosunda, üstâda âit “Umutsuzluk yok. Gün gelir, gül de açar, bülbül de öter.” ibâresinin bulunduğu bir metin de bulunuyordu.

Gül dedik te, bizim medeniyetimiz, medeniyet kelimesini dahî Medîne’den, kokusunu Kâinâtın Gül’ü Hz. Peygâmber (SAV)in terinden alan bir GÜL MEDENİYETİ. Rabbimiz GÜL'den ayırmasın ve de hem dünyâ, hem âhirette gülmeyi nasîp eylesin... Âmin...

Evet, o gün Cumânın ilk sünnetini kıldık;

“Hazreti Rasûl-i Ekrem ve Nebiyyi Muhterem, sultânül’ enbiyâ, burhânul’asfiyâ, şefîi- rûz-i cezâ, Ahmed u Mahmûd u Muhammed Mustafâ sallallahü teala aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin azîz, pak, münevver, mutahhar ruh-i şeriflerine salavat-ı şerife getirenlerin ahir ve âkıbetleri hayrola…

Âli ezvac-ı tahirat, evlad-ı Rasül, ashab-ı güzîn, sair Enbiya-i izâm ve Rusül-i Kirâm hazeratının cümle ervâh-ı kudsiyyeleri içün, pirimiz Bilâl-i Habeşî radiyallahü anh Hazretlerinin ruhu içün

ve ale’l husus bu caminin bânîsi Alâaddin Keykubat ve bugüne kadar güzerân eylemiş, imam-hatip, müezzin-kayyım ve cemaatinin, sâhibul’hayrât vel’hasenât ve kâffe-i ehl-i imanın ervahı için, Allah rızası için el-Fatiha…” şeklinde müezzin tarafından latîfçe okunan adı güllü, tema’sı güllü bir metin karşıladı bizi; GÜL-BANK!

Hatip de hutbe metnine GÜL YÜZLÜ, GÜL KOKULU Muhammed’e NA’T olarak yazılmış, Nurullâh GENÇ’in Yağmur şiirinden MERHAMET temalı kıtalarla başladı; o minvâlde de bitirdi.

MEHTER SESİ, ALP NÂRÂSI, BÜLBÜL ŞAKIMASI...

Biz de, tüm yukarda gülbankta sayılan isimlerle berâber, Sezâi KARAKOÇ üstâdımız ve bizden duâ isteyen ve bekleyen, ayrıca tüm eh-i îman kardeşlerimiz, milletimiz, memleketimiz ve ümmet-Muhammed için, insanlığın hidâyeti, Ordularımızın karada, denizde, havada, her yerde muzafferiyetleri için duâ ettik çıkmadan önce.

Namaz sonrası gülbank metni için, görevliyi buldum. Yazmaya vakit olmadığından numaralaştık; daha sonra bana telefondan gönderdi. Biz de Sâlih AYDIN Ağabey’le buluşup çay içerken telefon açtık. Sağ olsun Matematik Öğretmeni, HATTAT arkadaşı Ramazan ÖZKÖSE’yle berâber bize katıldılar. Hep birlikte, önce tanıştık, sonra hat, sanat, Alaaddin Külliyesi’nin özellikleri ve çevresi eksenli olarak epey hasbihâl ettik.

Gülbank kelimesine elince, onu daha çok MEHTER’den hatırlıyoruz. Daha çeşitli türleri var ama bu ayrı bir yazı konusu. Oldukça da geniş, merak uyandıran bir konu. “İnşâllâh bir gün, bir vesîleyle” diyelim…

Kısaca; gül sesi, bülbül şakıması, topluca okunan mürettep dua, harbde hücum sırasında askerlerin “Allah Allah” diye haykırmaları şeklinde tezâhür eden, coşkulu bir şekilde yüksek sesle bağırma, atılan nâra gibi hep bir ağızdan söylenen bir nevî duâ sözleri anlamına geliyor gülbank.

ENDE BURASI, BOYDA VEYİSZÂDE...

Her neyse, Salih AYDIN Ağabeyle cumâdan çıkışta buluştuğumuzda, buraları anlatırken “mâlum sanat tarihi okuduk, burası enlemesine en uzun olan câmimiz” diye açıklama yaptı. Sanırız boyda da, tanıtımında 70 küsur metre olarak açıklanan minâre yükseklikleriyle Hacıveyiszâde olmalı, Konya'yı ölçü alırsak...

O arada, Hâlid ÇALIŞ Bey Hocamıza telefon açtık. O gelirken sözleştiğimiz Öğretmenevi’nin yanına geçtik. Buluşunca hep birlikte bir yerde oturup madden-mânen gıdâlandık. Sonra kalkıp evlere yöneldik.

Sâlih Ağabey’le duraklara giderken tevâfuk ettiğimiz, restorasyon hâlindeki ŞERÂFEDDİN CÂMİİ’nde ikindiyi edâ ettikten sonra, aynı duraktan iki ayrı dolmuşa binerek dönüş yollarına koyulduk.

Hâlid Hoca’yla neler konuştuk, hasbihâli nasıl paylaştık; bunlar da gelecek yazıya kaldı. İnşallah diyor, tekrar görüşmek dileğiyle cümleye sevgiler-saygılar sunuyoruz wes’selâm..