Bir hadisi şerifte  Efendimiz(sav) şöyle buyuruyor;
Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar.”
Müminiz. O halde niçin dahili-harici içtimai/sosyal, siyasi meselelerde sık sık aldanıyoruz?

Feraset, çağını, zamanın sırrını okuyabilmektir. İçinde bulunduğumuz çağ, mü’minlerin önüne ne tür zorluklar-kolaylıklar koyuyor, bunu görebilmek ve bunun içinden tüm İslam dünyası için en hayırlı olanı seçebilmektir feraset.
Feraset, İslam toplumlarının içinde bulunduğu durumu doğru görebilmek, tahlil edebilmek ve bütün bunlardan çözüm yolunu üretebilmektir.
Önümüzdeki  31 mart pazar günü mahalli seçimlerinde gelişmelere ferasetle bakabilmek  nefsimize değil Büyük resme bakarak partileri  ve adayları  iyi analiz etmek ve oy vermek gerekmez mi?

İslam Tarihinde Aklıma şu iki çarpıcı olay gözümün önüne gelir;
Birincisi;
Abdullah bin URAYKIT... Hicret sırasında ücret karşılığı O güzel Nebi’ye (s.a.v) ve yol arkadaşı Hz. Ebubekir’e (r.a) kılavuzluk eden MÜŞRİK...

Kaynaklarda sonradan Müslüman olduğuna dair bir bilgiyede maalesef rastlanmamıştır..!

Niçin bir Müslüman değil de, böylesine önemli bir yolculukta bir müşrik kılavuz olarak seçilir..? Uraykıt hangi özelliklere sahiptir;

-İşi ehline vermek
-Güvenilir olmak
-Dürüst olmak ve yol arkadaşlarını satmamak..!!

Ölçü EHLİYETTİR..!! Kişinin inancı değil, o işe ehil olup olmadığıdır..!! 
Bugünün insanı maalesef SEN KİMSİN gibi nefret söylemi yaşıyor..!! İmtihan bu ya; Balığın gönlü, çöle vurulur..!!

İkincisi;
 Peygamber efendimizin Mekke'nin fethinden sonra Kabe'nin anahtarlarını sahibinden almaması gelir.
Kısaca hatırlatayım.
Mekke fethedilmiştir. O güzeller güzeli Peygamberimiz Kâbe'nin önüne gelir ve kapısının açılmasını ister. Kâbe'nin anahtarı ise henüz Müslüman olmamış Osman bin Talha'dadır. Yıllardan beri ailesinin uhdesinde olan görevi hakkıyla ifa eden Osman b. Talha anahtarı getirir ve Peygamber efendimize teslim eder. Kâbe'nin kapısı açılır, içi putlardan temizlenir ve iki rekat şükür namazı kılındıktan sonra dışarı çıkılır. Peygamberimizin etrafı Kâbe'nin kapısını açma görevinin kendisine verilmesini bekleyen Müslümanlarla çevrilidir. Peygamberimiz anahtarı tekrar Osman b. Talha'ya uzatınca bir hayal kırıklığı olur anahtarın kendisine verilmesini bekleyenlerde. Oysa Peygamberimiz onlar gibi düşünmemektedir. Çünkü Allah Kitab-ı Mübin'de;
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Allah size, mutlaka emanetleri işleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder. [Nisa 58]
Buyurmaktadır. 
Peygamberimiz anahtarı alıp başkasına vermemekle hem yüzyıllardan beri o kutsal görevi büyük bir sorumlulukla yerine getiren aileyi takdir ettiğini gösterir bizlere hem de ayetin hakikati mucebince amel eder. Ne güzel bir örnek, eğer alınırsa.
Emanet ehline değil de kifayetsiz muhterislere tevdi edilirse ne mi olur? Ne olacak, kıyamet kopar.
Hz. Peygamber buyurdu:
        Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin.
        "Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?"
        Görev ehlinden başkasına verildiği zaman. (Buhari)
Selçukluların büyük veziri Nizâmülk meşhur eserinde bu durumu şöyle özetler.
İşi kifâyeti olmayan birine vermek o işin başarısız olmasına davetiye çıkarmak gibidir. Muhteris birine verilirse kavgaya davetiye çıkarılır. Kifayetsiz muhterisi bir yerin başına getirirseniz o zaman da fitneyi çağırmış olursunuz.
Fitne çıktı mı kıyametin kopmasını bekleyin. Yani başına geçirdiğiniz kurumun sonunu bekleyin, oradan artık bir fayda hasıl olmaz.

Kifayetsizlik aslında kötü bir şey değil. İnsan olup da kifayetsiz olmayan yoktur. İnsan zaten noksandır. Bu dünyaya gelme nedeni de eksiklerini görüp tamamlaması, kemale ermesidir. Kifayet kazandırılabilir. Dersle, kursla, antrenmanla, çalıştırmakla birşeyleri öğretirsiniz ve ihtiyaç duyulan beceriyi kazandırırsınız. Böylece ehliyet ve liyakat sahibi olabilir. 
Ancak muhterislik böyle değil maalesef. O sonradan değiştirilmesi neredeyse imkansız bir huydur. İnsanın en kötü huylarından biridir hatta.
 Muhterislerin gönülleri alçaktır ama alçak gönüllü değillerdir. Bir yere gelmek için, bir şeyi ele geçirmek için, bir koltuğa oturmak için yapamayacakları şey yoktur. 
Yalan söyleyebilirler, iftira atabilirler, insanların arkalarından dolaplar çevirebilirler.
Allah şerlerinden korusun.

İskender,hiçbir kusuru konusunda onu uyarmayan bir vezirine“Sana ihtiyacım yok.”dedi. Vezir:“Neden hükümdarım?”

İskender:“Çünkü ben bir beşerim. Sen bu kadar süre zarfında benim tek bir hatama bile rastlamadıysan cahilsin demektir, örtbas ettiysen o zaman da hainsin demektir.”

Bir ülkenin bir Şehrin iyi yönetildiğinin en çarpıcı göstergesi, önemli mevkilere gelen insanların partizanlık, hemşerilik, ortaklık, yandaşlık, tarikat, ideoloji vs. ilkelerine göre degil, "liyakat" esasına göre seçilmiş olmaları. Liyakat, layık olmak; işte temel kavram bu.

Çünkü önemli mevkileri işgal edenler halkın içine sinmediği zaman “Benim neyim eksik!" sorusu ortaya çıkıyor ve bu soru sistemi zehirliyor. Halkın yöneticisine saygısı kalmıyor.

SİYASET HAMASET

İliklere kadar girdi siyaset
Fikir müflis, vizyonumuz hamaset
Önyargının adı oldu feraset
Tükettik her şeyi, neyimiz kaldı?

Belki delirmedik ama kudurduk
Nefsimize göre bir dünya kurduk
Zevkin de keyfin de dibine vurduk
Tükettik her şeyi, neyimiz kaldı?

Ufuk olmayınca dünden dem vurduk
Yarını olmayan günden dem vurduk
Biraz sıkışınca dinden dem vurduk
Tükettik her şeyi, neyimiz kaldı?
 
DUVARDAKİ SAAT

Duvardaki saate bakın: birbirine bağlanmış
Pek çok küçük parçası vardır…
Eğer kurmazsanız zamanı göstermez.
Ya durur, ya da zamanı yanlış gösterir.
Bazı parçalarını çıkarmanız veya onları
Dikiş makinesinin parçasıyla değiştirseniz;
Ne zamanı gösterir, ne de dikiş diker.
Eğer saatin bütün parçalarını içine atar
Fakat bağlantılarını sağlamazsanız
Kurduğunuz halde çalışmaz.

İslâm’ın, bu saat gibi olduğunu farz edin.
İman ve kulluk, İslam’ın parçalarıdır;
Bu parçaları çıkararak yerine
Küfre dair her şeyi yerleştirirseniz,
Ne kadar Müslümanım deseniz
Cennete giremez, mümin olamazsınız.

Hiç kimse sadece isminden dolayı
Kâfir ya da Müslüman olamaz.
Sadece kelimeyi tevhidi söylemekle
İş bitmiş olmuyor, bilakis yeni başlıyor.
Eğer hem söyler, hem de itaat ederseniz,
O zaman Müslüman olur ve Cennete gidersiniz.

İbrahim(a.s), bir putperestin evinde doğdu.
Allah’ı tanıdı ve ona itaat etti.
Nuh(a.s)ın oğlu Kenan ise bir peygamber
Evinde dünyaya geldi ama,
Allah’ı anlamadı ve itaat etmedi.
Kur’an’a itaat etmeden
Müslüman olamazsınız! 

Bu devir,
cahil insanların en parlak zamanı,
sevgisizliğin duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, nankörlüğün, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.” Dostoyevski

Birisi için torpilde bulunurken iki defa düşün!

Hz. Nuh büyük bir gemi inşa etmişti. Bu gemiye sadece iman edenler binebilirdi. Rabbimiz öyle emir buyurmuştu: "Bizim azap emrimiz gelip yeryüzü fırınından sular kaynamaya başlayınca, “Hakkında önceden hüküm verilmiş olan hariç, ailenle birlikte her tür hayvandan da bir çifti gemiye bindir!"

Rabbimiz bu talimatı verdikten sonra devamında şöyle buyurmuştur: "Zalimlerin durumu hakkında da sakın bana hitapta bulunma! Zira onların hepsi boğulacaktır.” 
(Müminun 27.)

Evet, zalimler hakkında benden şefaat isteme!
Zalimler hakkında kimseyi arayıp onun görev almasını isteme!
Dersini çalışmamış kimselerin başarılı olması için kimseye fısıldama!
Sınav kriterlerine uygun olmayan adayların kazanması, gemiye binmesi, başarılı olması ve görev alması için sakın kimseyi arama!

Ey Nuh! Zalimler konusunda benimle muhatap olma!

Ey Müslüman! Tembeller hakkında kimseyle muhatap olma!
Ey bürokrat! Ehliyetsiz ve liyakatsiz kimseler için kimseyi arama!
Ey amirler! İman etmemiş, görevlerini yerine getirmemiş, her tarafından kusur dökülen kimseleri  gemiye bindirmek için sakın aracılık etmeyin!

Ey Müslüman! Allah Nuh'a bunları söylüyor da sana söylemiyor mu? İlla senin adınla nazil olan bir ayet mi lazım? 

Gemiye hak etmeyeni bindirirsen iman edenleri kızdırmış, küstürmüş olursun! Bedel ödeyenleri gücendirmiş olursun! İman ettikleri, çalıştıkları, çabaladıkları için yıllarca alaya alınan o müminlerin nefretini kazanmış olursun! 

En önemlisi de Allah'ın gemisine Allah'ın istemediğini alarak, almaya çalışarak, teşebbüs ederek, aracılık ederek Allah'ı kızdırmış olursun!

Devletin her görevi bir gemidir. Bu gemiye sadece liyakat ehli kimseler binebilir. 
(Murat Padak)


Tarihe bakın, bir ülke yükseldiği zaman birçok önemli kişilikle birlikte yükseliyor.

Mesela Kanuni Sultan Süleyman dönemi.
Batılıların “muhteşem” dediği bu imparator zamanında sadrazam, Sokollu Mehmed Paşa. Belki de Osmanlı'nın gelmiş geçmiş en önemli devlet yöneticisi

Mimarbaşı; büyük Sinan! Doğu medeniyetinin yetiştirdiği en büyük mimar!

Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa; tarihin en  büyük denizcilerinden biri.

Sarayın el üstünde tuttuğu şair Baki; Divan edebiyatının en iyilerinden.

Bunca yeteneği ve başarılı ismi değerlendiren, onları kurda kuşa yem etmeyen, tam tersine devletin tepesine getiren bir "pozitif seleksiyon” yöntemi söz konusu.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın hayatı hakkında Sadece, avukatlık da dahil olmak üzere 10'a yakın meslekte uzman olduğunu biliyor musunuz?
Biz onu meşhur tefsiriyle tanıdık..
Seçime az zaman kala, onun hayatında önemli bir ayrıntı aklıma geldi de..

Bediüzzaman Saidi Nursi..
Mehmet Akif Ersoy..
Elmalılı Hamdi Yazır..
Ali Haydar Efendi ..( Mahmut efendi hz.'nin hocası, 4 mezhep müftüsü)

Cennet mekan,Abdülhamid han hazretlerinin azlinde ön sıralarda yer almışlar hepsi..
Ali Haydar efendi daha sonra İstiklal mahkemelerinde yargılanırken, 
" Abdülhamid han evliyadanmış, bilemedik" diyecek..

Elmalılı da o mahkemelerde bizzat kendi avukatlığını yapıp beraat ettikten yıllar sonra,  oğlunun ona sorduğu Abdülhamid han mevzuuna,
" Onu bana sorma.. O bir cinayetti" diye pişmanlıkla cevap verecek. 

Bediüzzaman, sultanın ailesine özürlerini sunacak..
Mehmet Akif ise, Mısır'da yazdığı ve yeni yönetime uyumlu olan tefsirini yok edip, diyetini ve özrünü böyle dileyecek..

Ama ne fayda değil mi?.
Mübarek sultan devrildi.
Ailesinin çoğu telef oldu.
Osmanlı yıkıldı.
Ülkede 100 yıllık islam karşıtlığı başladı..

Bu zatlar, daha doğru bir islam yaşanacak ve ortamdaki karışıklıklar düzelecek diye bu azle destek verdiler. 

Ama kimimiz Elmalılı olmuşuz,
Kimimiz Mehmet Akif..
Biri Bediüzzaman, 
Öbürü Ali Haydar efendi..

Bir sonraki adımı idrak edemeden ve iyileri silip sadece yanlış eksik  ayrıntılara odaklanmamak gerekir.

YAŞAYACAĞIMIZ SEÇİM SIRADAN BİR SİYASAL OLAY DEĞİL.
Şehirlerimizi emanet edeceğimiz bir sorumluluk..
Onun için, 
Tarihe geçmiş pişmanlık metinlerini tekrar tarih sayfalarına yazan, siz olmayın olur mu!."
Velhasıl kelam;
Seçim sonuçları  memleketimiz şehrimiz için hayırlı olur inşallah. Liyakat, adalet, hakkaniyet ve istişare gibi kavram ve olgular açısından bir dönüm noktası olmasını temenni ederim.

Türkiye ise işi ehline vermemekten dolayı çok canı yanmış ve değerli yıllarını yitirmiş bir Ülke.

Sevinen Gazze, olsun.
Bayram yapsın Suriyeli çocuklar, Keşmirin Arakanın Doğu Türkistanın  Filistinin tüm Mazlumların yüzü gülsün. 
Ağlasın Siyonistler, Kahrolsun Haçlılar, Esed Sisi Bütün ZALİMLER..... 
“Karanlıklar çıksın Aydınlığa, Hainler, kaypaklar uğrasın Hak ettkleri cezalara"

Hasbünallahü Ve Ni'mel Vekil
Ya Rabbi!. sen bizim kalbimizi
Ferahlat sabrımızı genişlet bizi bizden
İyi bilir niyetlerimize göre dualarımızı 
Kabul edensin, 
Kimki bizim halis niyetlerimizi kullanıp
Din devlet vatan ümmeti Muhammedi 
Zarara uğratıyor ihanet ediyorsa fırsat verme.
Kimde senin davan üzre bizi yönetiyorsa onu ayaklarını istikametten
Kalbini sıratı mustakimden ayırma
Bizi ümmeti tefrikada boğdurma Yarabbi!..

Dünya hayatının barış, huzur ve başarı ile bereketlenmesi için vazgeçilemez esasları bizlere öğreterek yolumuzu aydınlatan Mevlâmız!
Her işin mutlaka bir sorumluluk ve vebal içerdiği  bilinciyle; liyakatin esas alınması 
 emr-i ilâhîsinden hareketle,haddimizi bilerek işimizin ehli olmaya, ehli olmadığımız işe talip olmamaya, işi ehline vermeye, bir işin ehline emanet edilmemesi halinde o işin sonunun felaket olacağını, adeta o işin kıyametinin kopacağını bilerek hassas davranmaya ve her ne pahasına olursa olsun aleyhimize de olsa adaletten şaşmadan şerefimizle yaşamaya bizi muvaffak kıl!

Dünyevi, fani makamların hırsına kapılarak, vicdan cehenneminde bizi yakıp kavuran pişmanlıklara sürükleyecek bencilliklerle hased ve iftiraların pençesinde kapı kapı dolaşıp manen şahsiyet katline elini, dilini, gönlünü bulaştırmak suretiyle mü’min kişiliğimizi kaybetmekten Sana sığınıyoruz Allahım!

Bizi; haksızlığa uğratılan mazlumun “ah”ını da aramızda fısıldadıklarımızı da duyan , insanlardan gizlediğimizi zannettiğimiz duygularımızı da sinsi planlarımızı da gören ve bize şahdamarımızdan da yakın bir Rabbimiz olduğu şuuruyla yaşat ki ayaklarımız şeytanın ve avanesinin yoluna kaymadan;
HER HALİMİZLE MÜ’MİN olup dünyamızı da ahiretimizi de huzur ile donatabilenlerden olmamız niyazımla….